Çok
sevdiğim çocukluk arkadaşım, ilkokul birinci sınıfta bana kızdığı için, “sen zaten esnafsın, biz âyânız”
demişti. Esnafın manasını biliyordum, ben esnaf değildim ki... Kavram kargaşası
yaşadığım için anneme ve babama sordum. Önce, dakikalarca güldüler... Sonra da,
“sen tabii ki esnaf değilsin, kelimeyi seni aşağılamak için, -biz asiliz, sen değilsin- anlamında
yanlış kullanmış olmalı” dediler. Doğal olarak, herkese ama herkese, eşime bile
anlatıp, dalga geçtiler. Benim ismim de “esnaf”
kaldı! Şimdi eşim, halen beni bazan “esnaf Ayfer” diye çağırır.
Geçen
gün, bir vefat ilanı gördüm. Ölen kişi tanınmış biriydi herhalde “...........
eşrafından” diyordu. O zaman, bir kez daha benim esnaf olduğum aklıma geldi! Bu
konuyu birazcık araştırayım dedim. Eşraf, âyân kimdi, neden ve nasıl o payeleri
almışlardı?
Önce
eşraf kelimesinden başlayalım. Eşraf kelimesi Arapça, şerif kelimesinin çoğulu.
-Evet, İngilizceye de geçmiş, halen Amerika’da halk tarafından seçilen kentin
Emniyet müdürü veya yöneticisi olan şerif...- Seçkinler, bir yerin zenginleri,
sözü geçenler, ileri gelenler demek.
Âyân
ise, aynı manada memleketin önde gelenleri, seçkinler, eşraf demek...
Karştırdığım
kitaplardan edindiğim izlenim, âyân
Osmanlı devleti tarafından tanınan veya atanan, eşraf ise yerli, parasal olarak zengin kişilere verilen payeydi.
Para zengini olun da, nasıl olursanız olun. İşte, İlhan Selçuk tarafından Latin
harflerine çevrilen, Osmanlı ordusunda subay olan Yüzbaşı Selahattin kitabında
geçen bir diyaloğu okutayım size:
.....................
Azerbaycan’ın
son istasyonu Ahıstafa’ya geldiğim zaman bu bölgenin kumandanı olan Cemal
Bey’le karşılaştık. Onunla baş başa vererek dertlerimizi konuşuyorduk. Artık ne
devlet, ne ordu kalmıştı. Cemal bana dedi ki:
-Senin
emrinde burada yüzden fazla benzin ve petrol vagonu var. Bunları Batum’a
taşımaya uğraşıyorsun. Götüremezsin, gel şunları burada sat. Komisyon
verecekler... Ne olacağımızı bilmiyoruz. Üç-beş kuruşumuz olursa kendimize bir
yol buluruz.
-Ama
bu hırsızlık olur. Hırsızlığa karar verdikten sonra komisyona ne hacet, bu
vagonların hepsini satar, parasını cebime koyarım. O da milyonu bulur.
Cemal
yüzüme hazin hazin baktı:
-Belki sana hırsız derler, ama çocukların
asil olur.
.............
Şimdi de Kudüs kitabından bir alıntı yapayım:
Ayân
teriminin “ileri gelenler”in eş
anlamlısı olarak sık sık kullanılmasının esas kaynağı büyük olasılıkla âyâna
hitaben yazılmış çok sayıdaki fermandır. Bu terim yaygın olarak
kullanılagelmiştir. Ayân elit tabakadan veya önemli konumlardaki insanları
tanımlamak için kullanılan genel bir terimdi ve yerel ileri gelenlerle Osmanlı
yöneticileri veya onların maiyeti arasında bir ayrım gözetmiyordu.
Diğer
çoğu belgede olduğu gibi, bu belgede de adı ayân diye geçenler sipahi birliğinin komutanı, sancakbeyinin yardımcısı ve kale komutanıdır.
16.
yüzyıldan itibaren Osmanlı tarihinin, imparatorluğun Avrupa ve Atlantik dünya
ekonomisinin çevre kuşağına dönüşüm süreci olarak görüldüğü neo-Marksist
ekonomi terorilerinde, aynı mesele farklı bir bakış açısından incelenir. Bu
bağlamda timardan* iltizama** geçiş, bölgenin çevrelleşme sürecinin bir parçası
olarak görülür. Yeni tarım sistemi bir yerel eşraf tabakasının yükselmesine ve tarımın ticarileşmesine neden
olmuştu. İltizam yoluyla siyasi ve ekonomik olarak yükselen bu tabaka eski
ekonomik sistemi terk etmiş, toprak kaynaklarını tüketmiş ve bütün bölgeyi Batı
Avrupa’nın hegemonyası altına sokmuştu. Bu nedenle, tarım ilişkilerinin
eksiksiz bir anlatımı, 17. Yüzyılda böyle bir sürecin ve ardından gelen dünya
ekonomisiyle bütünleşmenin yaşanıp yaşanmadığını gösterebilir.
Bir
alıntı da Osmanlı’da günlük yaşamı anlatan Suraiya Fraoqhi’den alıntı yapalım:
Yerinden Yönetim ve Yerel İktidar Sahipleri
16.
yüzyılda ve 17. Yüzyılın bir bölümünde Osmanlı devleti o zamanın teknik
olanakları çerçevesinde doğrudan merkezden yönetilirdi. Fakat 17. Yüzyıldan
itibaren sürekli artan parasızlık, valilere yerel yönetim için kaynak aktarılamamasına
yol açmıştı. Bunun üzerine valiler görevlerini yerine getirmelerini sağlayacak
ekonomik kaynaklar için halktan vergi toplamak zorunda kaldılar. Çok sık
değiştirilidiklerinden, ayrıca yerlerinde genellikle pek bulunmadıklarından,
valiler bölgeye vergi tahsildarları atarlardı. Bu tahsildarların elinde hatırı
sayılır yetkiler vardı. Vergi yükümlülüğü altındaki bir vilayet sekenesinin
götürü vergilerini, az ya da çok yasadışı kazanç olanaklarının ortaya çıktığı
bazı köy ve mahallelerde bazı aileler kontrol altına almış ve nüfuz sahibi
olmuşlardı. 18. Yüzyılda ve 19. Yüzyılın başlarında, bu taşra ileri
gelenlerinden bazıları büyük mülkler edinmişlerdi; ama bu mülkler, onların
yaptırım güçlerinin mutlak önkoşulu değildi.
18.
Yüzyılda birçok bölge artık yalnızca görünüşte padişahın denetimi altındaydı.
Bu bağlamda Tuzcuoğulları Karadeniz sahilinin doğusuna egemendi, Orta
Anadolu’da esas güç Çapanoğullarının elindeydi, Ege sahilinde Karaosmanoğulları
pamuk ve tahıl ihracatını denetliyordu. Balkan yarımadasında da böylesi iktidar
sahipleri vardı, kimi zaman bir eyaletin bütününü denetime almışlardı. Hatta
1808 yılında bu âyânın oluşturduğu bir koalisyon devlet yönetiminde resmen söz
sahibi olmuş, bunun üzerine II. Mahmut bu derebeylerini yıpratabilmek için uzun
süren ama başarılı bir mücadele vermişti. Bu derebeylerinden sadece bazıları
politikaya karışmadan, toprak sahipleri olarak varlıklarını sürdürebildiler. Bu
yüzden günümüze ulaşan yapıların pek azı büyük toprak sahiplerine ait olup,
çoğunluğu daha az nüfuzlu yöre eşrafından kalmadır.
*Timar: Beslediği sipahilerle harbe giden beylere –öşrünü
almak üzere- ayrılan arâzi.
**İltizam: Eskiden a’şar resmi gibi devlet gelirlerinden
birinin toplanması işini üzerine alma
A’şar: mahsüllerden alınan onda bir vergiler.
Faydalanılan kaynaklar:
Kudüs, 17. Yüzyılda bir osmanlı sancağında toplum ve
ekonomi Dror Ze’evi Tarih Vakfı Yurt
Yayınları 2000 İstanbul
Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, Ortaçağdan yirminci
yüzyıla Suraiya Fraoqhi Tarih Vakfı
Yurt Yayınları 1995 İstanbul
Bizans Döneminde Anadolu İktisadi ve Sosyal Yapı
(900-1261) M. Murat Baskıcı
Phoenix Yayınevi 2009 Ankara
Bizans’ta Günlük Yaşam, Tamara Talbot Rice Göçebe Yayınları 1998 İstanbul
Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (1) İlhan Selçuk, Cumhuriyet Kitapları 12.Baskı 2005, İstanbul
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder