Ayfer Tuzcu Ünsal
Size,1960’lı yılların
ikinci yarısında Gaziantep’te geçmiş bir hikaye anlatacağım bu yazıda.
Bahçelievler Gaziantep’in en güzel semtlerinden birisi... Daha doğrusu evlerin
yeni yapıldığı en popüler semt diyelim... O yıllarda eski geleneksel, bir
avlunun (hayadın) etrafına dizilmiş odalardan oluşan Antep evleri terk edilip, apartman
tipi evler yapılmaya başlandı.
Hayatlı evlerin aksine bu tür evlerde, tüm oda,
banyo ve tuvaletin aynı kapalı mekanda olması yaşama kolaylığı sağlıyordu. Bahsettiğim
evler tek katlı olabildiği gibi iki veya üç katlı da olabiliyordu. Ev diyorum,
çünkü benim çocukluğuma denk gelen bu yıllarda apartmanlar bugün ki gibi on beş
katlı olmaz en fazla iki veya üç katlı olurdu. Yaşım büyüdükçe apartmanların
kat sayısı da arttı ve bugün ki hiç de hoş olmayan görünümüne büründü. Ben de
çocukluğumu –ilkokul yıllarımı- böyle bir apartmanda geçirmiştim. Atatürk
Bulvarı üzerinde bugün ki Tuğcan Oteli’nin yanında Samet Göğüş’ün apartmanında
otururduk. Yükseklik farkından dolayı, cadde üzerinde dört kat olan apartman,
arkadan altı kat idi yanlış hatırlamıyorsam.
Aaa bu arada Bahçelievler,
Akyol İlkokulu’nun arkasından Amerikan Hastanesi’nin tepesine kadar çıkan
lokasyondadır. İşte orada ki üç katlı evlerden birisi anlatacağım hikayenin
mekanı... Mekan olan mini apartmanımızın en üst katında evin sahibi oturuyor,
orta katta aynı yaşlarda başka bir aile en alt katta da o yıllarda Kilis
hududunda görev yapan bir teğmen ailesi oturuyor. -Kilis, il oluncaya kadar
Gaziantep’in kazası idi...-Teğmen Timur’un oturduğu ev, iki oda bir salon ve
aynı Samet Göğüş apartmanı gibi, kot farkından dolayı cadde seviyesinin
altında, caddeye penceresi yok...
1956 yılında çıkan bir
kanunla sınır, kıyı bölgelerinin güvenliğini sağlama, kaçakçılığı önleme ve
takip etme görevleri Jandarma Komutanlığına veriliyor. O nedenle Timur’un
Jandarma Teğmen olması muhtemel. Ayrıca kendisini tanıtırken “ben komandoyum” diyor. Bir gazeteci
arkadaşım “o zaman komando yoktu” dedi. Araştırdım, Foça Jandarma Komando okulu
1963 senesinde kurulmuş. Benim bahsettiğim olay 1968’de geçmiş, Timur komando
olabilir.
Kilis sınırında yüklü bir
miktar kaçak külçe altın yakalanıyor. Altın kaçakçılığını yapan adam külçe
adedini söylüyor. Kaçak altını sayıyorlar, 2-3 külçe eksik... Jandarma Komutanı
Timur’a soruyor: “kaçakçının ifadesine göre buradaki altının külçe sayısı şu
olmalı, halbuki yakalanan 2-3 külçe eksik.” Timur, yemin billah ediyor, “bizim yakaladığımız bu idi” diyor.
1968’zin bir gündüz vakti, Jandarma Timur’un Bahçelievlerdeki evini basıyor.
Gündüz olduğundan tüm komşular olayı görüyor ve aşağıya Timur’un evinin baktığı
bahçeye iniyorlar, ne olduğunu anlamaya çalışmak için. İşte tam bu sırada
Timur’un karısı nasılsa dışarı çıkıyor ve üst katında oturan hanıma içi
mücevher dolu bir kese uzatıyor. Hanım, keseyi almakta sakınca görmüyor, çünkü
Timur’un karısı çok zengin bir kadın ve mücevherini de annesinden kalma...
Ancak, hanım, mücevher kesesi elinde ne yapacağını şaşırmışken, merdiven
altındaki kömürlük aklına geliyor. Usulca kalabalıktan ayrılıp, kömürlüğün
kapısını açıp, olanca hızıyla keseyi kömürlüğün en dibine fırlatıyor. Bu
sırada, iki odalı evin her yeri külçe altını bulmak için aranıyor, arada
komutanın sinirli sesini duyuyor dışardakiler... Komutan kızgın zira aradığı
külçe altını bulamıyor. Derken komutan bir sandalyeye oturuyor. Sandalyesi
üzerinde radyo duran bir masanın yanında... O sinirle elini masanın üzerine
vurup: “kayıp olan 2-3 külçe altın bu
evde ama bulamadık” diye bağırıyor. Tam bu sırada, vuruşun şiddetine
dayanamayan radyonun içinden “güm” diye ses geliyor. Komutan hemen radyoyu
söktürüyor ve evet, külçe altınlar radyonun içine saklanmış! Timur’u alıp
götürüyorlar.
Hikayenin buraya kadarını
mücevher kesesini kömürlüğün en dibine fırlatan hanım anlattı bana. Ve, “Timur, hapisdeyken mektupla Safiye Ayla’ya
aşk ilan etmiş. Sonra hapisten çıktı, onunla yaşadı, o fedakar, hapisdeyken
annesinden kalan mücevherleri satarak kendisine bakan karısını da boşadı”
dedi.
Ben, pek bir merak ettim
bu hikayeyi... İnternette Timur ve Safiye Ayla birlikteliğine ait pek bir şey
bulamadım. Ama, Safiye Ayla’nın hayatını anlatan Nalan Seçkin’in yazdığı “Musalladan Şöhrete Safiye Ayla”
kitabını buldum. İyi ki de bulmuşum, pek ilginç bir kitap, neler anlatıyor
Safiye Ayla... Eeee tabi ki Timur’u da anlatıyor.
Safiye Ayla’nın
anlattıklarına göre, Timur’da kendisine mektuplar yazıp, hayranlığını dile
getiren mektuplar alıyor. Bir süre sonra, Safiye Ayla bir turneye çıkıyor.
Turne sırasında ziyaret edeceği yerlerden birisi de Gaziantep. Bu arada kendisine
mektuplar yazan Timur’un altın kaçakçılığından hüküm giydiğini ve askeri
cezaevinde yattığını öğreniyor.
Timur, komando olduğunu söyledi ya, Safiye
Ayla bunun ne manaya geldiğini bilmiyor. Komandonun manasını kendine göre daha
kültürlü olduğunu düşündüğü bir kadına soruyor. Kadın, komando komünist demektir diyor.
Gaziantep’deki konserin ertesi günü Timur bir er
vasıtasıyla bir demet glayöl
gönderip, randevu talep ediyor. İsteği kabul eden, Safiye Ayla, Timur’u mini
etekli, afro taranmış saçlarla kabul ediyor. Esmer, uzun boylu komandoyu
yakışıklı bulmamış Safiye Ayla. Timur’da “ben
size çiçek yerine nazar boncuğu getirmeliymişim” demiş.
Timur’a ne iş yaptığını
sormuş Safiye Ayla, Timur doğru dürüst cevap veremeden gevelemiş. Meğer
mektuplarını sanki hapiste değilmiş gibi yazıyormuş Safiye Ayla’da yalan
söylediğini yüzüne vurmuş.
Konuşma sırasında
hapishaneden sırf Safiye Hanım’ı görmek için izin aldığını, iki çocuğu
bulunduğunu ve karısından ayrılmak üzere olduğunu da söylemiş.
Dikkatinizi çekerim, o
sırada Askeri hapishanede... Biraz konuşup sohbet ettikten sonra ertesi gün
Safiye Ayla’yı Askeri hapishaneye davet etmiş Davet üzerine Safiye Ayla,
Timur’un kaldığı hapishaneye gidip odasını da görmüş. Odada keklik, çiçekler ve kitaplar
varmış. Hatta, Safiye Hanım’a çay da ikram etmiş. Timur, bir iftiraya uğradığını
söylesede Safiye Ayla, külçeleri çaldığını doğrulatmış.
Ayla, İstanbul’a döndükten
sonra gelen çiçeğin ve mektubun sayısında büyük artış olmuş. Safiye Hanım, bir
taraftan çiçek ve mektupları kesmesini isterken diğer taraftan da “hapisten çıkarsan burada odan hazır"
mesajı vermiş. Timur’da Gaziantep’ten şartlı tahliye ile serbest kalınca soluğu
Safiye Ayla’nın evinde almış!
Eşi Muhiddin Targan’ın
ölümünden dolayı bir boşluk içine düşen Safiye Ayla, Timur’un aşırı ilgisine
başta sıcak baksada daha sonra ondan kurtulmak için epey sıkıntı çekmiş. Hatta,
uzaklaşmak için gidip bir süre Amerika’da yaşamış.
Ayla diyor ki: “Çoğu kimse
Timur’un jigolo olduğunu sanırdı. Benden hiç para sızdırmadı. Kiraları ona
toplatırdım, içinden sadece dolmuş paralarını alır, gerisini bankadaki hesabıma
yatırırdı. Paramı bankada saklamasını da bana Timur öğretti.”
Evet, hikayemiz böyle...
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Yazını zevkle okudum. Timur, fizik olarak güçlü ve yakışıklı biriydi. Haksızlık edemem. Akyollu olarak pazar günleri oynanan takımın tüm maçlarını arkadaşlarla izlerdik. Maçlar, Kırkayak arkasındaki toprak sahada oynanırdı. Saha ya Hazinenin ya da Özdil ailesinindi. Lig maçları ise İstasyon Caddesi ile Alleben arasındaki sahada oynanır, 19 Mayıs merasimleri de burada yapılırdı. Daha sonra yıkıldı yerine Kamil Ocak Stadı, yanına Kapalı Spor Salonu yapıldı. Neyse... Akyolspor amatör 2. ligin en güçlü takımı idi. Sonra Akınspor gelirdi. Yöneticilerimiz Haydar Beyaz ve Ökkeş Düzgün takımın hakkını kimseye yedirmezdi. Haydar amca oğlu solak Ökkeş'e sert girenlere sille tokat dalardı. Biz Nar ekşili piybaz yerdik, seyrederken maçları. Timur da Akyolsporun maçlarını izlemeye gelirdi, takımda oynamak istediğini söylemiş, oyunda fiziği ile dikkatleri üzerine çeker, subay diye oyuncular da fazla sert girmezdi. Ben de 'paragöz' olduğunu sanmıyorum. Ama sınır görevi yapıp da kaçakçılardan nemalanmayan görevli pek yoktu.. Safiye'de sesi dışında ne buldu, bilmiyorum. Ama 'Radyonun içinde kaç külçe altın vardı' diye Antepliye sorsaydın ortaya şehir efsanesi çıkardı. Başkarakol'da söylediğin yalana Şehreküstü'de kendin de inanırsın. :)
YanıtlaSil