RENGARENK SÜSLÜ
ATLARLA GÖL ÜZERİNDE KAYMAK…
Ayfer
Tuzcu Ünsal
Çeltikov Oteli’nde yerel
yemek piti/bozbaşı yedikten sonra Aşık Enser
Şahbazoğlu ve Bilal Ersarı’yı dinledik. Ben çocukken Gaziantep’te yapılan müzikli
etkinliklerin bazılarında aşıkların atışmaları da olurdu. Çocukken onları
dinlemeyi pek severdim. Sonra uzun seneler Konya’da aşıklar bayramı yapıldı. Ve zaman içinde televizyon her şeyi teslim
alıp, sosyal hayat tamamen değişince aşıklar ve atışmaları da yok oldu.
Rehberimiz Mustafa Bey, Kars’ta aşık dinleyeceğimizi söyleyince bu nedenle pek
sevindim. Enser Şahbazoğlu’nun babası aşıkmış, bir yerde ondan el almış. Program
boyunca sadece türkü söyleyip atışmadılar aynı zamanda anılarını da anlattılar
ve bizi kahkahalara boğdular.
Kars’ta ki ikinci günümde
hayalimi gerçekleştirmek imkanı buldum ve donmuş Çıldır Gölü üzerinde kızağa
bindim. Kars’tan çıkıp bembeyaz atmosfer içinde Çıldır Gölü’ne doğru yol aldık.
Bir saat sonra göle vardığımızda dağların ve gölün neredeyse birbiriyle
birleşmiş olduğunu gözledim. Her yer aynı renk, beyaz olmasına rağmen, yine de
donmuş gölün bir sınırı olduğunu fark ettim. Çıldır Gölü kıyısında sadece bir
restoran var, o da gayet güzel, zira gölde yetişen balıkları servis yapıyor.
Mustafa Bey bize, kar ile rakı içmenin de pek keyifli olduğunu hatırlattı,
denedik ve pek sevdik.
Atlı kızaklar bu
restoranın ön tarafında donmuş göl üzerinde alıyor yolcularını. Atlar ve
kızaklı arabalar çok süslü. Bembeyaz ortamda atların üzerlerindeki rengarenk
ponponlar pek hoş duruyorlar. Atların kuyruklarını da örmüşler, örgüler bile
süslü! Kızakları kullananlardan birisi Tekin Akçay çok renkli bir adam... Bizi
gezdirirken hem türkü söyledi, hem fıkra anlattı, hem de değişik açılardan
fotoğrafımızı çekti...
Üzeriniz ne kadar kalın
olursa olsun kızakta üşüyorsunuz... Kars’ta kaz kurutma adeti var ya, işte
kurutmak için kestikleri kazların yumuşak tüylerini de kullanıyor Karslılar.
Onlardan çeşitli yastık, yatak gibi şeylerin yanı sıra battaniye yapıyorlar.
Battaniye yapmak için bu tüyleri iğne iplikle yanyana getiriyorlar. Böyle bir
battaniye soğuğu asla geçirmezmiş. Bizim bindiğimiz kızakta kaz tüyünden değil,
normal temiz bir battaniye vardı. Tekin Bey, battaniyeyi dizlerimize örtmemizi
sıkı sık tenbih etti. İyi ki örttük, o kısacık kızak yolculuğunda bile
dizlerimiz ciddi şekilde üşüyebilirdi.
Hayali gerçekleştirip
kızağa bindikten, yeteri kadar fotoğraf çektikten sonra kendimi kapalı bir
mekana atmanın faydalı olacağını düşünüp Çıldır Gölü’nün tek restoranına
girdim. Burası hoş bir mekan, duvarlarda çeşitli fotoğraflar var, biraz onlara
baktıktan sonra donmuş gölü seyretmeye başladım. Derken baktım, birisi elinde
bakır bir güğüm, onun dibi ile buzu delmeye çalışıyor. Aaaa, belli ki buz,
oradan daha önce kırılmış... Arkadaş sadece yakın zamanda tutan ince buzu
kırıyor, nitekim başardı ve açılan delikten gölden su aldı. Birisi suyun atlar
için çıkarıldığını anlattı ama ne yaptıklarını görmedim. Merak ettim, acaba göl
kaç santim donmuştu? Aldığım cevap pek tatmin ediciydi... Bazı yerleri 70 cm,
bazı yerleri 90 santim kadar donmuştu Çıldır gölü...
Çok kılçıklı, pek de
lezzetli olmadığı için ben genellikle tatlı su balığını tercih etmem! Yalnız,
Çıldır Gölü’ün sazan balığı için bu geçerli değil! Gerçekten son derece
lezzetli bir balık, hele yanında karlı rakı olursa değme gitsin... Çıldır’ın
sazanı hiç unutamayacağım tatlardan birisi olarak aklımda kalacak, yapanların,
yedirenlerin ellerine sağlık.
Ben Kars’a da, Ani’ye de
birkaç kez gittim. Hafızamı zorladım, en son 1996’nın Haziran ayında gitmişim
galiba... Eh neredeyse bir ömür olmuş. Tekrar gitmenin vakti gelmiş de geçmiş
bile... Kars’a kışın gitmek, kızağa binmeye heves etmesem pek aklıma
gelmeyecekti doğrusu. Halbuki, Ani’yi karlar altında görünce anladım ki, Kars’a
ve Ani’ye asıl kışın gitmek gerek.... Aman, kar üzerine yürüyerek Ani’yi gezmek
ne kadar büyük keyif... Mustafa Bey’de Ani’yi o kadar güzel anlattı ki, meğer
şehir hakkında bilmediğim ne çok şey varmış... Kar üzerinde bir saattan fazla
yürümeme, -16 derece sıcaklığa rağmen hiç yorulmadım ve çok da zevk aldım.
Fest Travel’ın gezginlere
yaptığı çok hoşluklardan birisi de gezi hakkında hazırlanmış pek güzel bir
kitapçık hediye etmesidir. İşte bu kitapçıkdan Ani’yi okudum: Kars’a 45
kilometre mesafede, Aras nehrinin kolu Arpaçay’ın batı kıyısında, Ermenistan’la
sınırımızın sıfır noktasında, 5 bin senelik bir kent... Ani ismi Su ve bereket
tanrısı Anahit’in isminden geliyor. Üçgen görünümünde derin bir vadide yükselen
Ani, volkanik bazalt kaya blokları halinde... Altta, su düzeyinde 30 metre
kalınlığında gri renkli olan bu kayalar, üstte kırmızı renkli tüften ve
yumuşacıktır. Çabuk ufalanır. Kışın ise her taraf bembeyaz olduğu için kırmızı
rengi ancak kilise ve cami duvarlarında görürsünüz. Tarih öncesi devirden beri
yerleşim gören Ani, bir Hristiyan metropolü olarak ün kazanmış. Kentte birçok
güzel kilise ve binanın yanı sıra Minuçihr isimli bi cami bulunuyor. Rehberimiz,
Caminin Anadolu’daki ilk cami olma özelliği taşıdığını belirtti. Ani’nin
hikayesi benim burada birkaç satıra sığdırmaya çalıştığımdan çok daha büyük.
Muniçihr camiden görünen Aras nehri kolu üzerinde yıkık bir köprü bulunuyor, bu
köprüden Marko Polo’nun geçtiği iddia ediliyor... İddia da olsa kulağa hoş
geliyor...
Kars kazını bir sonraki
yazıya bırakıp biraz daha peynirden bahsetmek istiyorum. Efendim Kars’ta çok
miktarda peynirci dükkanı var, onlardan birisi de Büyük Zavotlar. Peynirleri de
pek güzel... Ben, eski kaşarlarını ve dağ ısırgan sarımsak otlu kaşarlarını pek
sevdim... Gerek Zavotlar, gerekse Zeliha
Hanım sipariş verdiğiniz zaman kargo ile yolluyorlar. Kars’ın tereyağı, kavlıca buğdayından
yapılmış bulgur, kızıl buğdaydan çektikleri un da pek güzel tavsiye ediyorum.
Özellikle Zeliha Hanım’ın bu konuda portföyü pek geniş... Kavlıca buğdayı,
siyez gibi Anadolu’nun yerli buğday cinslerinden birisi...
İlhan Koçulu bir
toplantıda bize gravyer peynirini anlattı, ancak kendisinden önce Çanakkale
Ezine’den başka bir peynir üreticisi aldı sözü. Peynir üreticisi özellikle
beyaz peyniri alırken dikkat etmemizi, üzerinde delik olan peynirleri
kesinlikle almamızı önerdi. Biraz sonra İlhan Bey geldi kürsüye, “ben” dedi,
“deminki konuşmacının aksine gravyerin üzerinde delik yoksa sakın satın almayın
diyorum” dedi. Bu şekilde öğrendik ki, beyaz peynir deliksiz; gravyer peyniri
ise mutlaka delikli olacak... Bu güzel tecrübeyi sizinle paylaştıktan sonra,
gelecek hafta Kars kazı’nda buluşalım diyorum.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder