Ayfer Tuzcu Ünsal
Çıldır Gölü üzerindeki tek
restoranın sahibi Atalay Uzunkaya’ya telefon ettim. Amacım, Çıldır civarında
pek güzel yetişen yabani kimyon/Karaman
kimyonu/Ermeni kimyonu’nun halen bölgede yetişip yetişmediğini sormaktı. İyi ki
telefon etmişim ne çok şey öğrendim Atalay Bey’den... Yabani olarak yetişen ve
pek lezzetli olan bu kimyon çeşidi, yaylalardan toplanır, kurutulur ve
kavanozlarda saklanırmış. Üstelik bu işi yapan da 50 yaşının üzerindekilermiş,
yani gençlerin böyle bir işe kafa yordukları filan yok.
Maalesef ticareti
yapılmadığı ve bu konuya hiç emek harcanmadığı için kimyonu satın alma şansımız
yok! Bir yemek yazarı olarak derinden üzüldüm konuya... Ülkemizde değişik
kimyon çeşitleri var, Mersin bölgesinde yetişen sıra gibi örneğin... Şöyle baharatçıya gidip kimyon istediğimizde
farklı bölgelerde yetişen kimyonları alma şansımız olsa ne hoş olur, değil mi?
Atalay Bey’e göle bir
çeşit balık atıldığını ve oraya özgü sazanın bu nedenle üretiminin azalıp azalmadığını
sordum: “Maalesef Çıldır gölüne İsrail sazanı isimli bir balıkla kerevit te
attılar, bizim yerli balığımız olmayan bu türler, kıyılarda bulunan sazan
balığı yumurtalarını mahvetti” dedi. İşin ilginç yanı, sanki sabotaj yapar gibi
bölgedeki bütün göllere bu İsrail sazanını atmışlar. Yani anlayacağınız bütün
göllerdeki yerli balıklar İsrail sazanı nedeniyle tehlike altında...
Bu sene Çıldır Gölü, 20
gün daha önce donmuş ve hava sıcaklığı -49 ‘a kadar inmiş. Normalde göl 30-40
santim donarmış, bu sene bu rakam 60-70 santime çıkmış. Gölün üzerinde ki buzu
delerek aldıkları suyu tuvaletlerde kullanıyorlarmış. Sazan balığını gölün
derin yerinde ve restorandan yaklaşık 2-3 km uzaklıkta gölde açtıkları
deliklerde ağ ile avlıyorlarmış. Balığı yaparken herhangi bir baharat
kullanmazlarmış.
Eskiden karayolları
donduğu veya kış geldiğinde kullanılamaz durumda olduğu için köylüler bütün
işlerini atlı kızakla yaparlarmış. Kışın, tek vasıta atlı kızakmış... Şimdi ise
yolların açık olması ve kar lastikleri nedeniyle atlı kızak sadece turistik
hale gelmiş...
Kars Müzesi içerik olarak
çok zengin bir yer. Bölgede tarih öncesinden beri tarım yapıldığını anlatan
ilginç tahıl öğütücüleri var müzede. Bir de dinazor cinsinden bir hayvanın ayak
kemiği bulunuyor. Anadolu tarih öncesinde sular altında olduğu ve dinazorun
yaşayabilmesi için geniş kara parçasına gereksinim olduğundan ilk kez dinazor
görmek pek heyecanlandırdı beni. Demek ki Kars bölgesi sular altında değildi
tarih öncesinde... Müzede fevkalade hoş genç bir hanım olan güvenlik görevlisi
var. Bize çay ikram etti. Ne kadar misafirperver... Düşünebiliyor musunuz?
Sıcak suyu, çayı ayarlamış, o kadar insanın kısa sürede çay içmesini sağladı.
İstiyor ki bütün insanlar gelip Kars müzesini görsünler.
Kars şehri 1878’deki Rus
işgaline kadar Kale’nin etrafındaki dar sokaklarda konuşlanan yığma taş veya
kerpiç evlerden oluşan bir yermiş. Kars şehrini Tahtdüzü denilen ovaya ızgara şeklinde planlayan, alt yapısını
kışın donmaması için toprağın derinine gömen ve Baltık mimari tarzında şahane
binaları yapan hep Ruslar olmuş. 16 bloktan oluşan kentte kuzeyden güneye
uzanan dört ana cadde, doğudan batıya uzanan cadde dik olarak kesiyor. Evler,
villa tipinde iki katlı büyük ve genellikle gri taştan yapılmışlar. Evlerin
çoğu cadde üzerinde bulunmaktalar. Evlerin çoğunluğunda yazın oturmak amacıyla
kullanılan birer balkon bulunuyor. Biz şans eseri evlerden birinin içine
girdik. Salonunda şahane süslemeler vardı. Ayrıca, evleri ısıtmak için
duvarların içinden boru geçen bir de ısıtma sistemi bulunuyor.
Kars’ın gravyeri kadar
kazı da çok meşhur... 19 Ocak 2007’de yer
alan bir fuarda aslen Ardahan’lı olan turizmci Kenan Bozkurt’a kuru kazın nasıl yapıldığını anlattırmıştım.
Arşivimden benim tarafımdan yazılan bu konuşmayı buldum ve kuru kazın nasıl
yapıldığını böylece anlatmak istedim.
Ben
Ardahan’lıyım, İstanbul’da turizmle uğraşıyorum. İsmim Kenan Bozkurt. Kars,
Ardahan, Çıldır gibi yörelerimizde kış aylarında yenmek üzere yapılan kuru
kaz’ı anlatacağım size...
Benim
yöremde her evde bir sonraki mevsime yetiştirilmek üzere 2 ile 4 arasında anaç
kaz vardır. Bunlardan sadece bir tanesi erkektir. Anaç kazlar Şubat ayı içerisinde
çiftleştirilir. Anaç kazlar Mart ayı içerisinde ortalama 20-25 yumarta
yaparlar. Kaz yumurtası, aşağı yukarı portakal büyüklüğünde elips şeklindedir.
Bir yumurta yaklaşık 3 tavuk yumurtası kadardır. Kaz yumurtasından kaygana da
yapılır, ancak tavuk yumurtası kadar lezzetli olmaz.
Kazlar
yaptıkları yumurtanın üzerinde 21 gün boyunca kuluçkaya yatarlar. Artık Nisan
ayı olmuştur ve bizim yerel dilde “cücük” dediğimiz kaz yavruları yumurtadan
çıkmıştır. Cücükler bir ay boyunca su ve ekmek kırıntılarıyla beslenir. Bu süre
içerisinde mevsim gereği çayırlar, meralar yeşillenir ve kazlar cücükleriyle
birlikte otlanmaya götürülürler. Kazların çobanları vardır ve o çobanların
dışında başkasının emrine uymazlar. Ayrıca kaz, çok da hareketli bir hayvandır.
Çok hızlı koşabilir, koşmanın bir bölümünde uçabilir ve köpekden daha kötü
ısırabilir. Kaz, özellikle cücüklerine çok düşkündür. Onların yanına kimseyi
yaklaştırmaz, ısırır.
Kazların
otlanması harmanlar kalkıncaya kadar sürer. Bölgemizde yetişen arpa ve buğday
biçildikten sonra, dökülen taneler kazlar tarafından yenilir. Yani, harman
kaldırılan tarlaya kazlar sürülür, böylece başaklardan dökülen buğday veya arpa
ziyan edilmez. Kazlar, bu tarlalara yine çobanları tarafından götürülürler.
Alıştıkları çoban dışında başkasından emir almazlar. Ve, çoban onları
götürünceye kadar tarladan ayrılmazlar da...
Bölgemizde
genellikle ilk kar Ekim ayının sonu ile Kasım ayının başında görülür. İşte bu
kar düşünce kazlar 20-30 gün boyunca besiye alınır. Her evde en fazla 40 kadar
kaz vardır. Kazlar, her güne 10 tane gelecek şekilde imeceyle kesilir. Kazı,
genellikle erkekler keser, kadınlar temizler. Bir kazın temizlenmesi en az 2
saat sürer. Kanatlar kesilip sıcak suya batırılır. Boğazı sıcak suya batırılıp,
ince tüyleri temizlenir. Kazı temizlemek zordur. Tüm bedenindeki tüyler
usulünce temizlendikten sonra alevli bir ocak yakılır ve arta kalan tüyler bu
şekilde ütülür. Kazın her tarafı işe yaratılır... Yolunan tüyler birbirlerine
eklenerek, bir örtünün üzerine monte edilir ve açık kızakta üşümemek için
omuzlara örtülür. Kanatlar, tüyleri temizlendikten sonra kızartılmak suretiyle
yenilir. Başı, tüyleri temizlendikten sonra; ayakları yine temizlendikten sonra
kaynatılarak paça gibi yenilir. Yenmeyen kafalar ve ayaklar kurutulur.
Kaz,
ütüldükten sonra sıra iç organlarına gelmiştir. İç organları; ciğeri, yüreği ve
en lezzetli yeri olan bağırsağının etrafındaki yağlı doku, bir saç ters
çevrilerek sote edilir. Özellikle bahsettiğim bağırsağın etrafındaki yağ çok
lezzetlidir.
Bölgemizde
taş tuz denilen kaya tuzu kullanılır. Bu tür tuz el değirmenlerinde çekilir.
Tüm temizlik işlemlerinden geçen kaz, geniş kovaların içerisinde iyice
tuzlanır. Bir başka deyimle tuza yatırılır. Kaz, bu şekilde bir gece tuzda
bekletildikten sonra yıkanır. Artık sıra ağaçlara asılmaya gelmiştir. Güneş
gören yerlere asılır. Yırtıcı kuşlar kapmasın diye üzerine çarşaf da serilir.
20-30 gün o şekilde asılı kalır. Kuruduktan sonra tahta sandıklara
yerleştirilir. Kışın özel günlerde pişirilir ve yenir. Genellikle de şilavla
yenilir.
Ben,
çocukken, kazın bağırsağının etrafındaki yağların kızartılıp yenmesi için bazen
saat 03:00 e kadar beklerdim...
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder