Her
insanın bir hayali var! Benimki de donmuş Çıldır
gölü üzerinde atların çektiği kızağa binmekti! Bu hayalimi gerçekleştirmek
için hafta sonu Türker’le Kars’a gittik. Fest Travel tarafından düzenlenen
seyahat fevkalade güzel organize edilmişti. Rehberimiz Mustafa Kesim, bize bölge konusunda doyurucu bilgi vermenin
yanısıra, en otantik Kars yemeklerini de yedirdi.
Kars’a
giderken hava açık olduğu için bölgenin uçsuz bucaksız kar örtüsünü bol bol seyretmek
imkanımız oldu. Fotoğraflarda görüyoruz ama, canlı olarak seyretmek daha
etkiliyor insanı. Kar, etrafta pek güzel manzaralar oluşmasına neden oluyor ama
üzerinde yürümek benim yaşımda olan insanlar için neredeyse korkulu rüya... O
nedenle kar yağdığında ben evden dışarı çıkmıyorum, kimbilir ne güzel kar
manzaralarını da kaçırıyorum bu sebebten. Seyahat acentamızın şart koştuğu kar botunu da biraz zoraki aldım! İyi
ki almışım, gerçekten ayağım hiç kaymadı, kendime güven duyarak yürüdüğüm için
de Kars’daki kardan pek bir keyif aldım.
Bütün
sokaklar, caddeler, kaldırımlar, şehirlerarası yollar karla kaplı Kars’ta.
Hatta, çoğu yerde özellikle kaldırımların altı buz tutmuş, üzerine kar yağmış, hem buz hem kar yani...
Herkesin ayağında bir tür kar botu vardı ve kimse de kayıp düşmedi... Arada
ayağınızın biri azıcık kayabiliyor ama dengenizi bozacak kadar olmuyor bu
işlem. Hatta o kadar cesaretlendimki kar yağarsa dışarı çıkıp yürüyüp fotoğraf
çekeeceğim.
İlk
durağımız Sarıkamış, 2900 metre yükseklikte sarıçam ağaçları ile kaplı üzerinde
142 gün kar kalan bir yer. Yağan kar, iri taneli kristal şeklinde. Diğer kar
gibi kartopu yapıp rahat rahat oynayamıyorsunuz! Zira birbirine fazla
yapışmadığı gibi atarken de dağılıyor zaten. Bölge, 22 Aralık 1914’te Enver
Paşa’nın başlattığı harekât neticesi donan binlerce askerimizle anılır oldu.
Yeni yapılan anıtlarda da bu konuda bilgi verilmiş. Sarıkamış aynı zamanda
kayak tesisleri ile de ünlü. Çar Nikola’nın av köşkü olarak yaptırdığı tamamen
ahşaptan konak, uzaktan pek güzel duruyor. Rehberimizden aldığımız bilgiye
göre, içi maalesef metruk haldeymiş. Vatandaşlar ahşapları söküp götürmüşler...
Çeltikov
Otelinde kaldık. Otelin internet sayfasından aldığım bilgiye göre Çeltikov
ailesi
Rusların Kars’ı işgali sırasında Kars’a yerleşerek
kendilerine konak yaptırmışlar. Daha sonra ailenin Rusya’ya dönmesi üzerine
bina uzun süre opera binası olarak kullanılmış. Kars işgali 1920 li yıllarda
sona erince bina okul, ecza deposu, opera, hastane, doğum evi ve hekim evi
olarak kullanılmış. Bina 2011 yılında Çeltikov oteline dönüşmüş. Gayet de güzel
olmuş. Restoranı da pek beğendim. Bize, Piti
ya da Bozbaş denilen yemeği
ikram ettiler, tadını sevdim. Piti, kemikli veya kemiksiz kuzu etinin nohutla
pişirilmesinden oluşan bir yemek. Bizim yediğimizin içine sarı renk veren bir
bitki koymuşlardı.. Yemesi zaman aldığı için, yemeği soğutmamak amacıyla Piti,
geleneksel olarak maşraba gibi boğazlı bir kapta servis edilirmiş. Gayet
mantıklı... Piti ile yufka ekmek geliyor, ekmeği ufalayıp tabağınıza
koyuyorsunuz. Sonra üzerine kemikli et, nohut ve etin suyunu yani Pitiyi
döküyorsunuz. Anladığım kadarı ile soğutmamak amacıyla yemeğin hepsini aynı
anda yemiyorsunuz. Tabaktaki yemeğinizi bitirince, tabağa tekrar ekmek
doğrayıp, henüz soğumamış pitiyi tekrar tabağınıza döküyorsunuz. Gerçekten ben
yemeği bitirinceye kadar piti katiyen soğumadı, halbuki çukur bir kasede
olsaydı buz gibi olacaktı....
Gravyer
peynirinin Kars’ta yapıldığını öğrendiğimde ilk tanıdığım isim İlhan Koçulu
oldu. Bir peynir toplantısında bize ailesinin Avrupa’dan kalkıp Rusya’ya oradan
da Kars’a geldiğini ve peynircilik geleneğini sürdürdüğünü anlatmıştı. Yazıyı
yazarken hafızamı yokladım, ben İlhan Bey’i 2000 li senelerin başından beri
tanıyorum. Ürettiği gravyer peynirini birkaç kez yedim. Bir kere de Emitt
fuarına katılmıştı, peynir kapışıldığı için bana düşen miktarla yetinmek
zorunda kalmıştım. Evet, İlhan Bey, baştan beri aynı kalitede peynir üretiyor,
hiç değiştirmedi. Ne tesadüf! Çeltikov Otelinin karşısında pek cici bir Hanım,
Zeliha Akdemir peynirci dükkanı açmış. Küçük bir araştırma yaptım, Zeliha
Hanım, İlhan Koçulu’nun gravyerini satıyordu. Zaten, otele gelişimizde bizi
Zeliha Hanım peynir ikram ederek karşıladı. Ben o tadı unutur muyum hiç? Hemen
hatırladım, gerçekten İlhan Koçulu’nun gravyeri bu... Akşam yemeğinden önce
zaman vardı, hemen Zeliha Hanım’ın dükkanına gittim, sıraya girmek zorunda
kaldım. Sabırla beklerken rafları incelemek fırsatım oldu. Zeliha Hanım, Kars’a
özgü her türlü ürünü satıyordu. Belki size çok basit gelecek ama, Kars’ta
yetişen naneyi Zeliha Hanım, itinayla kurutmuş minik kavanozlara koymuş
satıyor. Evimde hem de kendi yaptığım nane olduğu halde Zeliha Hanım’dan nane
de aldım. Zümrüt gibi, kavanozun kapağını açınca etrafa muhteşem bir aroma
saçılıyor. Kars’ta karşılaştığım bir otun ismi: Merze... Sözlüğe baktım, Turhan Baytop’un kitabında Merzengüç,
mercanköşkün bir çeşidi olarak vermiş. Tadını tarif etmek zor ama, gerçekten
kuvvetli bir kekik gibi, gayet nefis... Zeliha Hanım et yemeklerine koymamı
tavsiye etti. Kavlıca buğdayını İlhan Koçulu yetiştiriyor, biliyorum, 1 kilo
kadar aldım. Bir de kızıl buğdayın taş değirmende çekilmiş ununu aldım. Hepsini
deneyeceğim... Sıra bana geldiğinde bütün alacaklarıma karar vermiştim. Yalnız,
tezgahın yanına yaklaşınca en az 50 santim çapında gravyer tekerini gördüm,
nutkum tutuldu. Bu tekerlerin daha da büyüğü varmış! Zeliha Hanım, bizim
gravyerimizi o tekerden pek de ustalıkla oğlumun yardımıyla kesti. Zeliha
Hanım, bütün aldıklarımı pek güzel bir kutuya koymuş, üzerine de taşıyabilmem
için bir sap yapmıştı. O kadar güzel ambalaj yapmış ki, başına hiç bir şey
gelmeden bağajdan sağlam çıktı, Bravo Zeliha Hanım!
Kars
anılarımı yazmaya devam edeceğim.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Umarım bizim siparişler de kutunun içindedir.
YanıtlaSil