İzmir’in önceki yüzyıllarda
Türkiye’nin batıya açılan kapısı olduğunu Amerikalı Misyonerlerin hayatlarını
incelerken keşfetmiştim. Amerikalı Misyonerler, Kudüs’e gitmek amacıyla Türkiye’ye geliyor, karayolu ile
deve veya at sırtında Kudüs’e doğru giderken Anadolu’yu tanıyıp, orada
kalıyorlardı. Önceki yüzyıllarda İzmir, Doğu Akdeniz’in bir numaralı limanı idi
kuşkusuz. Nitekim, 1853 yılında Antep’ten İstanbul’daki Bebek Mektebine (Robert
Kolej) okumak için giden Alexan Bezciyan’da İskenderun’da bindiği gemi ile önce
İzmir’e sonra İstanbul’a gidecekti. Bunları bildiğim için batılı seyyahların
Anadolu turuna İzmir’den başlamalarını çok doğal karşıladım.
Meraklıyım, acaba Batılı seyyahlar
geçtiğimiz yüzyıllarda Anadolu’da ne gördüler diye, Türkçe’ye çevrilen 20
dolaylarında yabancı seyyahların yazdıkları kitapları aldım. Bunlardan roman
tarzında olanları okudum, diğerlerine sadece baktım. Netice olarak indeksleri
de olmadığı için doğru dürüst kullanamadım. İşte Anadolu Seyahatleri sergisini
görünce anladım ki, o kitapların hepsini okusaydım, sergiyi görerek öğrendiğim
kadar öğrenemeyecektim. Gidilen serginin eğer varsa mutlaka kataloğunu da almak
gerek... Kataloğa bakınca insan es geçtiği bir eserin aslında ne kadar önemli
olduğunu da anlıyor. Size, sergiden ve kataloğdan öğrendiklerimin kısa bir
bölümünü bu yazı vasıtasıyla anlatmak istedim, buyrun okuyun:
1842 yılında Fransız Milli Eğitim
Bakanlığı bir karar alır. Bu karara göre, fizik ve coğrafya araştırmalarına ya
da lisanlara, tarihe ve genel olarak medeniyetimizi ilgilendirebilecek her
türlü araştırmalara yönelik seyahatler için bakanlık tarafından maddi destek
sağlanacak ve teşvik edilecektir.
İşte bu nedenle sergide Fransız Devleti
tarafından desteklenen ya da kendini finanse eden 19. Yüzyıl Fransız
seyyahların seyahatlerine öncelik verilmiş. Burada Ernest Chantre örneği de
verilmiş. Chantre’nin seyahatleri, yaşadıkları sanatçılara Doğu’nun kapısını
açmış. Gelen seyyahlar birer coğrafyacı, arkeolog, filolog, tarihçi, fotografçı
gibi davranıp Anadolu’nun bir kısmının yüzyılın en erken tarihlerinde resim
çizerek, not ederek kalıcı olmalarını sağlamışlar. Seyyahlara ışık tutan
Alexandre ve Léon de Laborde kardeşler ayrıca gördüklerini eski çağ
yazarlarının - Homeros, Strabon, Heredotos, Ksenefon- metinleriyle
karşılaştırma da yapmışlar. Bir çok seyyah bilgi ve kültürleriyle bütün bu
bilim dallarını kucaklamıştı.
Serginin amacının Doğu hayalini kuran kimi batılı sanatçıların
estetik veya kültürel hedefler uğruna ihanet ettikleri ötekinin gerçeğini de
görmeye davet etmek olduğu da yazılmış kataloğda. İşte bu nedenle de yapay bir
şarkiyatçılıktan farklı olmuş sergi...
Türkiye’nin tarihi konusunda yabancı
dilde metin okuyanlar sık sık Küçük Asya
terimiyle karşılaşırlar. Küçük Asya ne demek? Bu tanımın nereleri kapsadığı
sergi düzenlenirken okunan metinlerden çıkmamış. Yani, tarihciler de
coğrafyacılar da çalıştıkları alana göre kullanmışlar tanımı. O halde, biz
sadece Anadolu diyerek tanımlayabiliriz Küçük Asya’yı...
Anadolu topraklarında hep Avrupa ile
Asya ile alışveriş yaşanmış. Yukarda yazdım, Kudüs’e yani kutsal topraklara
giden yolun da başı, Pers İmparatorluğuna, Roma İmparatorluğuna ve tabi
akabinde Osmanlı İmparatorluğuna ev sahipliği yapmış bu topraklar 19. Yüzyılda
bilginlerin ilgi odağı olmuş. Bu bilgilerin eski çağın gönderilerine/izlerine,
hatta Hristiyanlığın erken dönemlerine ne kadar hassas olduklarına bu arada
vurgu yapmak gerekir.
Resim ve daha sonra fotoğrafın keşfi
bilim adamları tarafından arkeolojik, etnolojik gözlemlerini kaydetmek için değerli
araç olmuştu. Jean-Jaques Ampère’in nazarında, iki medeniyet burada Büyük İskender
tarafından evlendirilmişti.
Türkiye’deki antik İonya kentleri,
Yunan şehir devletinin düzenlenişini aktarıyordu. Büyük Mimarlık ödülünün iki
sahibi Pierre-Anne Dedreuz ve Nicolas Huyot 1820’de dört aylarını Lydia’da ve
Karya’da geçirerek, Strabon’un Amasya haritalarını yeniden oluşturmaya
çalıştılar.
Anadolu’ya en uzun süreli seyahat
düzenleyen isim, Temmuz 1816’de Fransa’dan yola çıkan Huyot’tur. Bacağı
kırıldığı için bir müddet İzmir’de kalsa da 1818’de İstanbul’a doğru yola
çıkar. Huyot gittiği yerlerde birbirinden farklı 300 den fazla çizim yapmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun o döneminde
kamusal alanda resim yapmak çok da rahat koşullara sahip değildi. Chenavard bu
durumu: Resim dosyalarımız arasında
İstanbul’un birkaç hatırasını da bulundurmak istiyorduk fakat bu isteğimizi tam
olarak yerine getiremedik. Bazı kişiler ressamları ellerindeki taşlarla
karşılıyorlar, sergiledikleri onur kırıcı davranışların en hafifi ise çizerler
çalışırken etraflarını sarmak ve inatla bakışlarının yöneldiği doğrultuya
yerleşip nesnelerin görüntülerini kapatmaktır. Bu engelleri aşmak için, parayla
bir dükkanın içinden nesnelerin görüntüsünün kapanamayacağı bir yeri kiralamak
gerekiyor fakat bizim buna ne zamanımız ne de bu çareye başvurma isteğimiz
vardı. diye anlatacaktı.Belki de bu nedenle, çoğunlukla gemilerden yapılmış
geniş manzaraların sayısı daha fazladır.
Zor koşullarda gerçekleştirilen bu
seyahatlerde hızlı çizim yapmanın genel kural olduğu bilinmektedir.
Girault de Ptangey hayatını,
bilgisini ve servetini Doğu mimarisini Fransa’ya tanıtmaya adamıştır.
Arkas Sanat Galerisinin en üst katında
Malatya’daki Aslantepe kazı alanının film ve fotoğraflarını görünce şaşırdım.
Ben, kazıların 1932’den itibaren Louis Delaporte tarafından yürütüldüğünü
bilmiyordum. Bakın Delaporte bugün Aslantepe olarak anılan antik Malatya
kentinin konumunu ne güzel anlatmış: Mezopotamya’yı Anadolu Yaylası’na, Fırat’ı
Karadeniz’e, İran’ı Hitit İmparatorluğu’na bağlayan ve güzergahı üzerindeki
konaklama merkezleri Asur, Malatya, Kaniş ve Hattuşaş olan Antik Çağ’ın en
önemli yollarından biri üzerinde bulunuyordu.
Sergiyi gezdikten sonra Arkas Sanat
Galerisi’nin çok yakınında bulunan La Cigale’de yemek yedik. Fransız Kültür
Merkezi’nin bahçesinde yer alan lokanta çok hoşumuza gitti. İzmir soğuktu ve
lokantanın şömineye benzeyen odun sobası gürül gürül yanıyordu. Yemekler de pek
güzeldi, soba ve her türlü şey ambiyansa pek uygundu. La Cigale, Ağustos böceği
demekmiş, sözlüğe baktım. Gerçekten de Ağustos böceği kadar sempatik bir yer La
Cigale...
Sergide yer alan eserler benim
burada yazdıklarımdan çok daha fazla... En önemli olaylardan birisi de bazı
eserlerin ilk defa gün yüzüne çıkmış olmaları... Arkas’ın sitesine girerek
kataloğ temin ederseniz, hem benim gibi çok şey öğrenecek, hem de paranızı
doğru kitaba yatırmış olacaksınız.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder