Ayfer Tuzcu Ünsal
Eylül
ayı içerisinde iki günlüğüne Gaziantep’e gittiğimde Murat Uğurluer elime
sayıları 10* rakamına ulaşan kitaplarından altısını tutuşturdu. İçgüdüsel
olarak önce “Osmanlı Dönemi Gaziantep
Bakırcılığı” kitabını karıştırdım ve hayranlıkla sayfaları çevirmekten
kendimi alıkoyamadım. Kendi koleksiyonundan oluşan etnoğrafik bakır eşyaların
fotoğraflarını da izahlarıyla koymuş, doğru dürüst de tarih ekleyince şahane
bir eser çıkmış ortaya.
Murat’ı
Gaziantep Sabah Gazetesi’nde çalıştığım dönemden tanırım. Ege Üniversitesi
Basın Yayın’da okuduğu için Gazeteye staj yapmak üzere gelmişti. Gayet net
hatırlıyorum, gazeteye adımını attığı andan itibaren onunla iyi bir arkadaşlık
kurmuş ve çok şey öğrenmiştim. Genç bir basın yayın öğrencisinin tarih ve antik
dönem konusunda bu kadar bilgili olması beni çok şaşırtmıştı. Kendisiyle
sohbetlerimde künyesini öğrenince, o muhteşem bilgi haznesini nasıl
doldurduğunu çözdüm. Murat, Gaziantepli bir ailenin çocuğu idi. Ancak,
babasının işi gereği tam ilkokul döneminde İskenderun’a taşınmışlardı. Büyük
tesadüf eseri, aile, o dönemde iki katlı bahçeli evlerin çok yaygın olduğu
Çankaya semtine yerleşmişlerdi. İskenderun’un Çankaya semti, antik Alexandreia kentinin kurulduğu yerdi
aslında. Bugün İskenderun olarak
isimlendirdiğimiz Alexandreia, Büyük
İskender tarafından İran hükümdarına karşı kazandığı İsos savaşından sonra Amanosların
eteğinde, İskenderun körfezini kuş bakışı gören şahane bir tepede kurulmuştu.
Büyük İskender kalkarda şehri, bugünki deniz kenarında kurar mı? Deniz kenarı,
hem sıcak, havadar değil, hem manzarası kısıtlı... Halbuki, Alexandreia’yı
kurduğu yer, serin rüzgarların estiği şahane bir manzarası olan bir tepe... Her
ne ise, bizim küçük Murat, işte bu antik kentin sokaklarında oynama hakkı elde
ediyor, ailesinin sayesinde. Özellikle yağmur yağdıktan sonra –İskenderun
çevresine oldukça sık yağmur yağar- toprak süpürüldüğü için ortaya metal
paralar çıkıyor. O dönemde Çankaya semtinin sokakları asfalt olmadığı için,
neredeyse bütün alan açık hava müzesi gibi...
Mahallenin çocukları kendilerine çok değişik gelen bu metal paraları
topraktan toplamaya bayılıyorlar, hatta aralarında yarışıyorlar. O kadar
çocuğun içinden sadece Murat –o dönemde 10 yaşında filan olmalı- paraların
üzerlerindeki resimleri pek merak ediyor, ne manaya geldiğini anlamak için
mevcut kitapları ve ansiklopedileri aldırtıyor ailesine... İlkokula gittiği
dönemde paraların hangi hükümdarlar devrinde basıldığını filan anlayacak kadar
merakını ve uzmanlığını ilerletiyor. Bu işi pek çok sevdiği için koleksiyoner
olmaya karar veriyor ve ilk yaptığı şey de Müze’ye müracaat edip, yasal
prosedürle koleksiyonunu kayıt altına almak oluyor. Daha sonraları üzerinde
motif, desen, kitabeler ve usta
damgaları olan etnoğrafik eserlere de ilgi duyup bakır kapları biriktirmeye
başlıyor. Bu arada bir bilgi vereyim: 2863 sayılı yasaya göre etnoğrafik
eserleri koleksiyon yaparken Müze’den kayıt altına almaya gerek yokmuş.
Evet, Murat çok genç yaşlarda
muhteşem bir bilgi hazinesine sahip olduğu için bunları kitap haline getirdi
tabii. İşte bu yazıda anlatacağım Osmanlı
Dönemi Gaziantep Bakırcılığı’da bugün 40 lı yaşlarında olan Murat’ın çocuk
denecek yaşlardan itibaren biriktirdiği bakır tarihini bize anlatmak üzere
kaleme aldığı pek güzel kitaplarından birisi. Kitaptan öğrendiğime göre,
Gaziantep’te madeni eşya işleme sanatı antik Dülük kentine kadar gitmektedir.
Murat, buna kanıt olarak Roma
İmparatorluğunun çeşitli bölgelerine yayılan “lupiter Dolichenus” kültüne
adanmış madeni eserlerin üzerinde yer alan “Ubi Ferrum Nascitur” (Demirin doğduğu yerde doğmuş olan tanrıya)
kitabesi, Gaziantep’in de içerisinde yer aldığı bölgedeki zengin maden
yataklarının varlığını çağrıştırmaktadır.
Bugün bakırcılıkta halen
kullanılan sanat üslubu Memlük’lulardan gelmeymiş. Hatta, benim çok sevdiğim çirtikli olarak isimlendirilen
kenarlarına çeşitli tırtıklarla görünüm verilen sahanların kökeni de Memlük
dönemine kadar gitmekteymiş.
Hüseyin Özdeğer tarafından yazılan Onaltıncı Asırda
Ayıntab Livası isimli eserde 1536 tarihli Ayntab Mufassal Tahrir Defterin’de kazancı esnafı başlığı altında bir
madde bulunmaktadır. O dönem, bakırcılara kazancı denilmekteydi.
Yine aynı eserde 1557 yılında Ali Neccar Cami Vakfı’nın
gelirleri arasında kazancı dükkanından
elde edilen gelir de yer almaktadır. Leslie Pierce’nin Ahlak Oyunları isimli
kitabında ise Ekim 1540 tarihinde ki bir padişah buyruğunda Ayıntablı bakır
tüccarlarının Bağdat’a bakır göndermeleri istenmektedir. Kitapta bakırla ilgili
olan daha başka ilginç Şer’i Mahkeme Sicilleri örnekleri de var...
16. yüzyıldan 20. Yüzyılın başlarına kadar Ayntab’da şu
tür bakır eşyalar kullanıldığını görüyoruz: Badiye, bakraç, bardak, aş kazanı,
don kazanı, helva kazanı, kelle kazanı, eyvan sinisi, güğüm, hamam leğeni,
havan, hoşaf tası, ibrik/leğen takımı, kahve cezvesi, kahve güğümü, kahve
ibriği, kahve tepsisi, kulplu tas, künefe tepsisi, leğençe, lenger, mangal,
matara, sahan, satıl, sefer tası, sini, süzek, şamdan, şerbet tepsisi, şire
tası, tas, tava, tencere, tepsi, teşt, tütün tepsisi, yağ debbesi gibi...
Serhat Kuzucu tarafından yazılan 123 numaralı Gaziantep Şer’iyye Sicilini
değerlendiren Yüksek Lisans Tezi’nde ise 1767 yılında Ayntab Mahkemesi
mutfağında kebir sinisi, sagir sini, orta sini, kapaklı ve kapaksız tencereler,
kapaklı ve kapaksız sahanlar, sagir sahan, ibrik, leğen, abdest leğeni, kahve
güğümü, su güğümü, süzen, tabak, ayaksız tas, kevgir ve çömçe kullanılmaktaydı.
Böylece resmi dairelerde de bakır eşyaların kullanıldığını öğrenmiş oluyoruz.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bakırcı ustaların
büyük çoğunluğu Ermenidir. Bu bilgiyi de Kevork Sarafian’ın Badmutyun Aintabi Hayots kitabından
öğreniyoruz. Ermeni Ustaların devreye girmesi, bakırcılığa yeni bir bakış açısı
getirmiş, zengin form çeşitliliği, yüksek kalite kazandırmış ve nedenle de tüm
Osmanlı coğrafyasında tercih sebebi olmuştur.
Moses Demirciyan, 1910 yılında bakırcılıkta kullanılmak
üzere makinalar getiriyor, böylece geleneksel usulde elle yapılan bazı bakır
eşyalar, seri şekilde makinalarla üretilebiliyor.
Kitabın, çok az bir bölümünü özetleyebildim, daha
fazlasını güzel bakır eşya fotoğrafları arasında siz okuyun istedim.
Kitaplar basılırken yazarın yanısıra, tasarımı, grafiği
yapan, fotoğrafları çeken insanlardan vardır. Bunlardan sadece bir cümle ile
bahsedilir. Bu kitapta da tasarımı yapanın Ayhan Oturakçıibogil olduğunu
gördüm. Kendisini tanırım, mesleğini çok geliştirmiş, tebrik ederim.
* Murat’ın onuncu kitabı Osmanlı Dönemi Gaziantep Kuyumculuğu kitabı çok kısa bir süre
içinde okuyucularla buluşacak.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder