İshak Bey’in anlattığına göre aslen Harputlu Süryani olan Şemun Efendi, Amerika’ya göçeder ve uzun bir süre, tam kırk yıl sonra dönüp, Harput’u ziyarete gelir. Burada pek ince bir ayrıntı var: Şemun Efendi’nin doğduğu yer Harput’tur. Bugün Elazığ’a sadece beş kilometre mesafede bulunan Harput, çok eski bir yerleşim yeridir. Pek çok uygarlığı bünyesinde barındıran Harput, yakın zamanda yakınında kurulan Elazığ’a ev sahipliği de yapmıştır.
Şemun Efendi adet olduğu üzre, Harput’ta 1800 yıllık Süryani Kadim Kilisesini, Süryanilerin (Arami, Asuri, Keldani) eseri olan kaleyi ve Süryani mezarlığını ziyaret eder. Daha sonra ise kendisini sıraya girerek yemeğe davet eden Harput’lu Süryanilerin evlerine konuk olur. Davet sırası İshak Bey’in babası Yusuf Bey’e gelir. Yusuf Bey çevrede Yusuf Paşa diye anılmaktadır. Yusuf Paşa, davet için eve bol miktarda et alır ve eşinden bunları ateşte ızgara şeklinde pişirmesini rica eder, nedenini şöyle açıklar: “Naime, adamcağız sulu yemek yemekten bıkmıştır, sen ona ızgarada kebap, kuşbaşı, pirzola yap, bir de rakı açtık mı tamamdır. Güzel bir domates salatası da yanına ilave edersen iyi olur.”
Naime Hanım “Tamam Bay Yusuf olur” der. Saygı ifadesi olarak kocasına “Bay Yusuf” diye hitap etmektedir. Zira, eşe ismiyle hitap etmek ayıp sayılır. Naime Hanım, mönüye kendisinin meşhur etli yaprak sarmasını da dahil etmeye karar verir ama bunu eşine söylemez.
Davet akşamı, iki katlı ahşap, kerpiç evin üst katında, odadan çevrilmiş kocaman mutfağında sofra kurulur. Altmış yaşlarını geçen Şemun Efendi, esmer, uzun boylu, gözlüklü, zayıf, sempatik bir insandır. Yusuf Paşa’nın evi Harput’un geleneksel evlerine benzediği için çok hoşuna gider ve yemek masasına zevkle oturur.
Naime hanım mutfağın içinde kömür ateşinde, maltız üzerinde kebapları pişirmektedir. Kebabın dumanı ve kokusu mutfağı sarar. Kebaplar pişerken Naime Hanım yerel ismiyle aluçalı (yeşil erik) yaprak sarması tenceresini açar, özenle seçtiği yaprak sarmalarını tabağa doldurur, üzerine birkaç tane de pişmiş aluçalardan koyar. Aluça, yemeğin hafif ekşi olmasını sağlamaktadır. Naime Hanım doldurduğu yemeği hemen getirip sıcak sıcak Şemun Efendi’ye ikram eder.
Yusuf Paşa yarı şaka yarı ciddi, “Naime, ben sana demedim mi başka yemek yapma ki misafir yalnızca et yesin”. Naime Hanım “Off, sen karışma canım! Benim yaprak sarmam güzel olur” der.
Şemun Efendi bir tane yaprak sarması alır, ısırmasıyla sarmanın suyu şırr diye ağzına akar. Yusuf Paşa arkadaşını dikkatle izlemektedir. Şemun Efendi bir tane daha sarma alır, onu da ısırır, çiğner, yutar ve aniden ağlamaya başlar. Yusuf paşa durumu hemen fark eder. Naime Hanıma: “Naime! Şemun Efendi ağlıyor yahu” der. Naime Hanım ilk anda sarmanın içinden çıkan bir taşın bu ağlamaya sebeb olabileceğini düşünür. Hemen gelip, “Şemun Efendi niye ağlıyorsun, ne oldu?” diye sorar. Şemun Efendi ağlamaya devam eder. Karı koca şaşkın şaşkın onu izlerler. Sonra gözlüklerini çıkarır ve gözyaşlarını siler. Şöyle der: “Ben, kırk yıldır Amerika’da hanımıma yaprak sarması pişir, ama öyle pişir ki ısırınca ağzıma işesin diyorum. Ama o pişirince odun gibi kuru yapıyor. Benim rahmetli annem de Harput’ta böyle sulu pişirir, yiyince ağzıma işerdi. Onu hatırladım. Ben kırk yıldır bu sarmayı arıyordum” der ve ağlamaya devam eder.
Yusuf Paşa şaşırmıştır. Elindeki rakı kadehinden bir yudum içer, bir kaşık domates salatası yer ve: “Baron Şemun, bu sarma usta işidir, herkes böyle güzel sarma yapamaz, bizim Naime Hanım güzel yapar bu sarmayı. Aluçalar da bizim ağacın aluçası” diye ilave eder. Daha sonra hanımına dönerek “Naime! Baron Şemun’a biraz daha sarma doldur, üstüne de bir iki tane aluça koy” der. Şemun Efendi yaprak sarmasını iştahla yer.
Kebaplar da pişmiş sofraya gelmiştir. Yusuf paşa ve Şemun Efendi kadeh tokuştururlar. İkisinin de gençliği Harput’ta geçtiğinden, o günlere uzanan bir sohbete ve anılara dalarlar. Bu sırada kebaplardan biri ateşe düşer ve üzeri hep kül olur. Naime Hanım o kebabı kendi tabağına koyar. Baron Şemun bunu görünce “No! No!” diye müdahale eder: “Onu bana ver” der ve küllü kebabı alıp pide ekmekle birlikte iştahla yemeğe başlar. Sanki kebap değil kül yemek ister gibi bir hali vardır. Şöyle devam eder: “Amerika’da kebabı elektrikli ızgarada pişiririz. Bu küllü kebabı ben her zaman bulamam”. Yusuf Paşa bu ilginç duruma şahit olunca hanımına döner ve “Naime! Üç dört tane daha ateşin içine düşür, külbastı olsun” der. Naime Hanım öyle yapar ve küllü kebapları getirip Şemun Efendi’nin tabağına koyar. Küllü kebapları gören Şemun Efendi sevincinden “All right, all right!” deyip gülmeye başlar.
Yusuf paşa şaşırmıştır. Kadehini kaldırır: “Baron Şemun hoş gelmişsin, çok teşekkür ederiz, evimizi şenlendirdin.” Kendi kendine ise şöyle mırıldanır: “Yahu işe bak... Önce ağlatan sarma, sonra güldüren kebap! Sen nelere kadirsin memleket hasreti. Hey gidi Harput hey!”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder