Bu
sene şansımız yaver gitti, eşim tamamen emekli olunca Arsuz’da üç ayımızı
doldurduk. Ben buraları zaten çok seviyorum, ama genellikle daha ziyade yaz
aylarında kaldığım için gözlemlerim kısıtlı oluyordu. Uzun zaman kalınca etrafıma
daha iyi bakma şansım oldu... En başta yazacağım şey havası...
Ben, Arsuz’un dışında,
daha güneyde oturuyorum. Kabaca tarif edersem, Arsuz’un Samandağ tarafında
oturuyorum demem gerekir. Antakya Büyükşehir statüsünde olduğu için benim
oturduğum yer de bir mahalle oldu. Haritaya bakarsak, İskenderun Körfezi’nin
güney ucuna yakın yer diye tarif edebilirim. Arkamda Amanos dağları uzanıyor.
Evimle dağlar o kadar doğru mesafede ki özellikle yaz aylarında akşamdan sabaha
kadar sürekli hoş bir esinti beni sarhoş ediyor! Yaz vakti en sıcak günde bile uyuyamama diye bir problem yok, zira
arkadan gelen dağ havası tam bir doğal kilima niteliğinde... Tanrı’nın kliması
durmadan serin, tertemiz, oksijeni bol hava üflüyor. Ekim ayı olan bu mevsimde
ise, hava durgun ve hafif serin... Rüzgar, yaz ayları kadar hırçın değil...
Deniz, bazen hafif çalkantılı, çoğu zaman da çarşaf gibi, hiç bozulmuyor...
Mevsim nedeniyle denize girdiğim saati 13:00 olarak belirledim. Güneş, saat
13:00 de bayağı sıcak oluyor. Bu mevsimde deniz suyu sıcak, ancak dış sıcaklık
düştüğü için özellikle denizden çıkınca rahatsız olacak kadar
üşüyebiliyorsunuz. Öğle vakti girince üşüme problemi olmuyor, o nedenle rahat
rahat yüzüyorum denizde.
İkinci yazacağım şey ise yiyecek...
Tanrım, nasıl bereketli bir toprağa sahip Antakya... Rahmetli babam, kupkuru
bir dal saplamıştı toprağa, yeni ektiği çiçeğe destek olsun diye... O kuru dal
yeşermiş, zakkum çiçeği olmuştu. Sonra da büyüdü, gelişti, pek sevimli bir
bitki oldu. Buradaki tüm topraklar bereketli... Ayrıca buralarda halen köylüler var, üreten... Belen ilçesinde
tamamen köylülerin mal getirdikleri bir pazar var, ancak bu kadar olabilir
yani... Geçtiğimiz Pazar günü Karaksi (Karlısu) isimli bir köye kahvaltı için
gittik. Orada da köylüler ürettiklerini getirmiş satıyorlardı. Eşim
fotoğraflarımı çekmiş; kendimden geçmiş alışveriş ederken gördüm kendimi.
Yiyecek İstanbul’a göre çok daha
ucuz ve lezzetli... 1 Türk Lirasının halen değeri var burada. Yazın, Belen
pazarından kilosu sadece bir lira olan, domates, patlıcan, kabak, biber,
patates, soğan ve üç demet maydanoz alabiliyorum. Bu sene fasulye biraz daha
pahalıydı. Ortaboy kuru soğana bayılıyorum, kilosu 75 kuruş! Garantili köy
yumurtasının tanesi 50 kuruş ile 75 kuruş arasında değişiyordu. Köylüler o
kadar dürüst ki, yumurta herhangi bir nedenle bozuk çıkarsa, bir hafta sonra ki
pazarda yerine yumurta veriyorlar! Pazarda mevsime göre herşey bulunuyor. Bütün
sene boyunca domates ve biber salçaları, tuzlu yoğurt, çökelek, çeşit çeşit
peynirler satıyorlar. Şimdi taze salça zamanı, o nedenle biber salçaları ve
farklı yöntemlerle hazırlanmış domates salçaları var. Fabrikada üretilmiş domates
salçası ucuz, güneşte hazırlanmış biber salçası biraz daha pahalı, odun
ateşinde kaynatılarak hazırlanan domates salçası ise en pahalısı. Bugün,
Kurtbağı Köyünde odun ateşinde pişmiş salçadan aldım. Çocukluğumu hatırladım,
gün boyunca salçayı ekmeğe sürüp, üzerine nane ve kırmızı pul biber döküp
yedim. Kırmızı pul biber ise Karaksi köyünden... Oranın biberi pek meşhurmuş,
acı olması da ayrıca hoşluk katıyor... Köylüler mevsiminde sumak ekşisi de
yaptılar. Gaziantep’ten aldığım sumak ekşisini hiç sevmiyordum, meğer onu da
hileli yaparlarmış! Antakya köylüleri çok lezzetli sumak ekşisi yapıyorlar.
Buraya hemen, sumağı ağzımda çıkan yaraları iyi etmek için kullandığımı da
yazayım. Sumak ekşisi derken, bordo renkli toz olanını kastettiğimi
belirtmeliyim. Altınözü ilçesinde kişniş yetişiyor, taze kişnişi uzun süreden
beri yememiştim pek hoşuma gitti. Bugünler de dağ taş nar kaynıyor... En güzeli
katırbaşı dedikleri, taneleri bol
sulu çok tatlı olmayan bir tür... Bütün köylüler nar ekşilerini de yaptılar.
Satanlar birkaç kez yaptılar hem de...
İskenderun’un en büyük
özelliklerinden birisi şüphesiz Petek Pastanesi... Yediğim en iyi su böreğini
Petek Pastanesi yapıyor. Geçen gün sahildeki Petek Kafe’de baktım, başka çeşit
börekleri de varmış, iyi ki daha önce görmemişim! Pazar günleri açık büfe
kahvaltı veriyor Petek. Çok çeşit var tamam, ama hepsi lezzetli olur mu bu
kadar çeşidin? Petek’in dondurması da keçi sütü ve saleple yapılıyor. Bal Badem
ve Kara dutlu çeşidi benim favorim. Diğer dondurmaları da pek lezzetli,
denemenizi tavsiye ederim. Sütlü tatlıları ise başlı başına bir alem, ben hiç
ilişmiyorum ama arkadaşım Ayşe dayanamıyor! Ayşe, benim gibi kilolu olmadığı
için rahat rahat yiyor, afiyet olsun. Yaptıkları tüm kadayıf çeşitleri
mükemmel, özel kadayıf dedikleri bir
tür var, işte ona meftunum! Korkumdan bir porsiyonun dörtte birini yiyorum ve
bayılıyorum... Petek’in mamullerini tek tek yazamam çok çeşit var. Bir de
çikolata türleri gibi dışarıdan getirip sattıkları var. Petek’te satılan
çikolatayı ben İstanbul’da bulamıyorum, neden acaba?
Birkaç sene evvel denizde yüzerken
Ayşe Doğruyol ile tanıştım. Derken arkadaş olduk, eşlerimizi de tanıştırdık.
Abdullah Doğruyol Antakya’da avukatlık yapıyor. Abdullah Bey, hukuki konuları
benim anlayabileceğim şekilde açıklayan nadir insanlardan birisi... Engin
bilgiye sahip ve daha önemlisi anladığım dilden konuşuyor. Abdullah Bey’in
diğer bir özelliği ise uzman bir gurme oluşu... Hangi yiyeceğin nereden
alınacağını da biliyor. Örneğin, kendisine “şu marka tuzlu yoğurt istiyorum”
dediğim zaman, “hayır! Ben size başka bir marka getireceğim” diyor ve getirdiği
ürün süper oluyor. Ayşe Hanım ise, Antakyalı değil ama, muhteşem künefe yapıyor
ve onu havada atarak çeviriyor, görmeye değer... Ekonomist olan Ayşe Hanım,
uzun senelerdir mutfak üzerine ihtisas yapıyor, çok da başarılı... Arsuz’da
olup denize girmesem, böyle şahane dostlarım olmayacaktı.
Antakya, uzuuuun bir roman... Bu
yazıyı bitireyim, başka bir yazıda diğer özelliklerini yazarım...
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder