Ayfer
Tuzcu Ünsal
Hava, Ekim’in onundan sonra değişti
galiba... Rüzgar çıktı, doğal olarak dalgalar kabardı ve denize giremez oldum.
Gerçi, her gün bir öncekinin aynısı değil ama olsun hava serinledi... Denizde de
vücuduma bir soğuk, bir sıcak akıntılar değmeye başladı... Deniz suyu galiba
soğuyor... Gene de bana sunduğu onca yüzme seansı için en derin teşekkürlerimi
sunuyorum. Ve biliyorum bana daha yeni yüzme şansları verecek, ben İstanbul’a
dönmeden.
Geçen gün bir görüşme yapmak üzere
Antakya merkeze gittik. Güne, Sultan Sofra’sının kahvaltı evinde kahvaltı
ederek başladık. Hava güzel, kahvaltı yeri, eski Antakya konağı güzelin
ötesinde huzurlu bir mekân, eee sofradaki yenebilecek çeşitli peynir, kekik
salatası ve zeytinler de çok lezzetliydi. Yenebilecek kelimesini özellikle
kullandım! Reklamlarda görüyorsunuz: 130 çeşit kahvaltı malzemesi sayıyorlar.
Konu, 130 çeşit yiyecek olması değil, konu yiyeceklerin lezzetli ve kaliteli
yani yenilebilir olması... Sultan Sofrası aşağı yukarı 20 çeşit koyduğu
kahvaltı malzemesi ile beni mest etti. Sofraya konulan herşeyi yedim. Kekik
salatasına bayıldık. Bir de ilk başta taze portakal suyu ikram ettiler, müthiş
güzeldi. Portakal suyu da tıpkı kahve gibi uyandırır insanı, çok severim.
Görüşme bittikten sonra doğru Uzun
Çarşı’ya gittik. Bu arada Sevgili Ayşe Doğruyol’a “bize eşlik edebilir mi?”
diye sordum ve olumlu cevap aldım. Ayşe gelinceye kadar ben bakır cezveler
satan bir dükkanın önünde konuşlanmış, onlara dokunup sevmeye başlamıştım bile.
Burada size hemen bir bilgi vereyim, -Tülin Erdemışık’dan öğrendim- kahveyi
bakır cezvede pişirin, hem daha kısa sürede, hem de daha lezzetli oluyor. Uzun
Çarşıdaki satıcı da “içinde yumurta kaynatmazsanız, kalayı uzun süre dayanır”
dedi. Böylece bir şey daha öğrenmiş oldum. Bir ara pek moda olmuştu, çeşit
çeşit çelik cezveler aldık, işimizi gördük ama bu işin aslı bakır... Bir de
porselen cezveler var, ben onu da kullandım, pek beğendim, vaktiniz varsa
çömlekte pişirmiş gibi oluyor.
Efendim, ben farklı boyda ve değişik
sepetleri çok seviyorum. Sepet aşkım Yayladağ köylerinden biri olan Yoncakaya’da
gördüğüm kulaklı denilen sepetle
depreşti. Akdeniz Hatay Sofrası’nın sahibi Barış Deveci sağolsun bana bir
büyük, bir küçük kulaklı yaptırdı. Sepetleri ören 85 yaşındaki Mehmet Konuş,
hambeles ağacının yabanisi olan Murt’tan 3 değişik boyda kestiği çubuk
şeklindeki dalları kullanıyor sepetleri örmek için. Bu arada kulaklı denilen
sepetler Cuma günü Yayladağ’da kurulan pazarda satılıyormuş. Diğer sepetler ise
kamış ve berdi denilen nehir kenarı ve bataklıklarda yetişen saz türü bir bitkiden
yapılıyor. Çapı 45-50 santim ve yüksekliği 10 santim olan saplı sepetler çok
amaçlı kullanılabiliyor. Şaka değil, kamıştan yapılan sepetler bayağı yük de
taşıyor... Denedim, çok pratik kullanımı var ve piknik sepeti olarak hizmet
verebilir.
Sepetleri satan esnafların bazıları
benim Annemden öğrendiğim şekliyle tepir
olarak isimlendirdiğim berdiden örülmüş 70 santim çapında hasır tabaklar da satıyorlar. Hasır tabak/tepir ne işe yarar
derseniz, üzerinde herhangi bir şey kurutmaya yarıyor. Ayrıca sözlük anlamına
baktım, tepir Gaziantep ve Adana’da buğday sapı veya hasır otundan örülmüş,
üzerinde yemek yemeye yarayan tepsi demek. Ben İstanbul’da bunları kullanıyorum
ve çok beğeniyorum. Üzerine koyduğunuz yiyecekleri gayet sağlıklı kurutuyor.
Ben, gül yaprakları kurutuyorum ve çok başarılı oluyor. Ayrıca su böreği
yaparken açılan yufkaları hasır tabağın üzerine koyuyoruz, yapışmıyor...
Antakya bölgesi aynı zamanda bir
peynir cenneti... Çeşit çeşit peynirler insanın başını dönderiyor. Sultan
Sofrası’nda yediğimiz çömlekte fırınlanmış peyniri pek beğendik. Hellimden daha
yumuşak ve tuzsuz olan bu tür peyniri nereden alabileceğimi kahvaltı evinin
yetkilisine sordum. Hiç tereddüt etmeden, Mehmet Bilgin (5325670431) ismini
verdi. Uzun Çarşı’da buldum dükkanı. Mehmet Bey, güleç de bir insan. Gayet
kaliteli ürünler satıyor, dürüst bir insan. Hem eritme peyniri dedikleri o
peynirden, hem de bir parça tulum peynirine benzeyen içinde çörek otu olan küp
içerisinde toprağa gömülerek olgunlaştırılmış peynirden aldım. Bu arada yine
çarşıdan bir de uygun çömlek aldım, her gün kahvaltıda hafif kızarmış Antakya
peyniri yiyoruz. Bu tür peyniri 200 derece fırında 20 dakika tutuyorum gayet güzel
oluyor. Gelelim kahvaltıdan sonra çömleği temizlemeye... İşte bu işi hiç
sevmeyeceksiniz! Peynir, ne de olsa yapışıyor çömleğe. Ancak tel ile
temizleyebiliyorum. Lütfen çömleğinizi deterjanla yıkamayınız... Toprak olduğu
için deterjanı emer ve size geri iade edebilir! Karbonat kullanarak
temizleyebilirsiniz sakıncası yok.
Merhaba, sadeyağ nedir diye ararken sayfanızı buldum. İyi ki de aramışım. Yazılarınızı tariflerinizi çok sevdim. Kitaplarınızı da alacağım. Bu güzel yazıların sahibinin kitabı da pek güzel olur. Teşekkürler.
YanıtlaSilSema Hanım, tanıştığıma memnun oldum. Sadeyağ, ayrandan tereyağı yapılması ülke çapında satılmadığı için bilinen şeyler değil. İstanbul'da hijyenik olarak satılan ayrandan yapılan tereyağı yok. Hoşça kalın, Ayfer
YanıtlaSil