BİR ZAMANLAR TUTLU HAMAM
Ayfer Tuzcu Ünsal
Salim Erdem’le Tutlu hamamı konuşmaya devam ediyorum. Salim, hamamda yenilen yemeklerden tutun da, elbiselerin konuluğu bohçalara kadar bir dolu bilgi veriyor bize.
-Sen tabii gözünü açtın hamamı gördün... Gündüz kadınlara, gece erkeklere mi?
-Gündüz kadınlaraydı. Saat 8.30-9.00 za kadar erkeklereydi.
-Haa, sabah erkeklere bir seans var.
-Sabah namazından önce hamam açılır. Gusül amacıyla gelenler çok olurdu sabahtan. 8.30’dan sonra yavaş yavaş kadınlar gelir. Ondan sonra akşam işte ,-mevsime göre- kışın, 19.00-20.00 oldu mu daha kadınların içerde olduğunu bilirim ben. Bir kadın oraya geldi mi, rahat bir 7-8 saatını orada geçirirdi. İşte onun için su dayandıramadık ya!
-Hamama nasıl gidilirdi?
-Bir gün önceden natıra torbamızı alın diye haber verilirdi. Veyahut durumu biraz zayıf, eşyası az olanlar eşyalarını kendileri getirirlerdi. Ama önce torbalar, sonra müşteriler gelirdi. Torbaların içinde kilim, kil leğenleri gibi eşyalar da olurdu. Her torbada üç tane bohça bulunurdu: bir temiz elbise bohçası; biri temiz çamaşır bohçası; bir de sabunluk bir lif falan konulan bohça olurdu. Bu bohçalardan elbise olanı işlemeliydi, biraz lükse kaçardı, hanımların çehizinden olurdu. Kilimlerin üzerlerine eşyalar konulurdu. Kilimler, müşterinin statüsüne göre açık alanlar veyahut localara açılırdı. Yine, müşterinin statüsüne veya kalabalıklığına göre onlara yer verirdik. Müşterilerin hepsinin yeri belliydi. Mesela Kumruoğlulları gelecek, onlar küçük kurna isterler, küçük yer isterlerdi. Onlar çok çabuk yıkanır giderlerdi. Çok su kullanmayan bir aileydi. Kürtdepeliler gelirdi, onlar geniş yer isterler. Dolayısiyle onlara açık alan verirdik. Getirdikleri torbanın ağzında bir uçkur vardı. Uçkur, kil leğenin etrafına bağlanırdı.Bu şekilde natır sırtına atardı onu. Onu sırtına atar, üzerine de müşterinin durumuna göre kilim veya halı atılırdı. O halı sekiye açılır. Ondan sonra müşteri yavaş yavaş geldikçe orası dolardı. O halıyı veya kilimi getirdiği eşyaları koymak için kullanırdı. Bayanlarda bu açık alanlar da sadece tahta sedirler vardı. Bayanlar oraları kendileri döşerdi. Erkekler de ise biz ayrıca kilim açardık. Erkekler, elini kolunu sallayarak gelirdi. Sonradan yavaş yavaş hanımlar poşete çamaşır koymaya başladılar. Erkek geldiği çamaşırı giyer, eve gider değişirdi. Orada çamaşır değişmezdi.
-Poşet çıktıktan sonra mı, erkekler temiz çamaşırlarını getirmeye başladılar?
-Biraz öyle, biraz da memurlardan dolayı... Memurlardan görerek... Erkeğin elinde öyle paket taşıması çok makbul birşey değildi yani... Taşımazlardı.
-Tamam hamama geldiler, eşyalarını koydular, ondan sonra içeri girdiler. İçerde kaç kurna var?
-İçerde 6 tane kurnamız vardı. Her kurnada bir curun vardı. İstanbuldaki gibi her köşede bir curun olmazdı. Ortada göbek taşı, bir de nefse sekisi (nefse, loğusa demektir) diye bir yer vardı. Seki, biliyorsunuz oturma yeri... Bir de kazan önü vardı. Kazan önü çok sıcak olurdu. Orada terlenirdi. Göbek taşında keselenilirdi. Biraz daha yaşlılar o nefse sekisinde –çok sıcak olmasın diye- otururlardı. Kadınlarda kurnalar açık olurdu. Erkekler de kurnanın önüne birer perde gerilirdi. Öyle yıkanılırdı. İstanbuldaki gibi böyle peştemalle gir yıkan. Çırıl çıplak kalmak yoktu Antepte. Kadınlar girerler önce yavaş yavaş ıslanırlar. Islandıktan sonra saçlarını biraz kille yıkarlar sabun sürmezlerdi. Çünkü sabun sürülünce kir çıkmaz. Ondan sonra yavaş yavaş durumlarına göre kaymelere keselenirler veya kendi aralarında birbirlerinin sırtını keselerlerdi.
-Çünkü o kaymeye kese için para vermelisin değil mi?
- Evet. Ama bizim müşterilerin büyük çoğunluğu kaymeye keseletirdi. Öğleye doğru evden getirilen yiyecekler ortaya çıkar.
-Ne tür yiyeceklerdi mesela?
- Dolma.
-O dolma sabahtan mı pişmiş?
- Kadınına göre herhalde. Zeytinyağlı pek yenilmezdi Antepte. Taze taze getirildiğini tahmin ediyorum. Durumlarına göre lahmacun, bazan kebab, bir gün önceden kalmış olabilir. Veyahut sabahtan kocalarının yaptırttığı... Daha sonra bunlar biraz pahalı gelmeye başlayınca insanlar köfte leğenini getirip yağlı köfte yapmaya başladılar. Nisan ayının, Mayıs ayının en çok yenilen meyvesi maruldu. Hatta öyleki, hamam da yerler marul kabuğundan gözükmediği olurdu. Kışın portakal ve mandalinle... Elma çok yenilirdi. O dönemde kabuğu yere atmak doğaldı. “nasıl olsa süpürülüyor anam.” Yemek yenildikten sonra tekrar içeri hamama girerlerdi.
-O sırada peştemal giyiyorlar herhalde.
-Evet, kadınlarda peştemal göğüs hizasında, erkeklerde göbektan bağlanır. İçeri girerlerdi. Çıkarlardı, biraz soluklanırlardı. Yani, akşamı etmek için her türlü yola başvururlardı.
-Yani çabuk çıkmazlardı.
-Yok, dediğim gibi.
-Su filan içmezler mi?
- Su içerlerdi. Hamamın suyundan içilirdi. O zaman şehir suyu kirli, mirli diye bir derdimiz yoktu. Genellikle saat 15.00-16.00 civarında meyve yenilirdi. Getirilen meyveler... Akşam oldumu pancar gibi kızarmış bir surat... Çünkü keseyi ne kadar çok bastırırlarsa o kadar çok temizlendiklerini zannederlerdi. Toparlanırlar , kendileri gider ama gitmeden önce bohçalarını, hamam torbalarını toplarlardı.
-Ve saçları ıslak tabii o arada.
-Yok, onu da anlatacağım. Natıra bayan, onun dışardaki temsilcisi de natırdı. Bunlar genellikle akraba olurlar. İşte içerde natrakadın organizasyonu yapar; “şunu şura götürecen, şunu bura götürücen” gibi, dışarda erkek natırlara verir, onlar götürürdü. Kadınlar da saçlarının ıslak olmaması için torbalarında birer yazma getirirlerdi. Çıktıktan sonra havluyla kurulayabildikleri kadar kurularlar, ondan sonra geri kalan nemi almak için saçlarını o yazmayla birlikte örerlerdi. O, su yazmanın içine nüfuz eder, böylece saçlarını kurulamış olurlardı.
-O tabi çok ince bir kumaş olduğu için muazzam da su emiyor herhalde. Çok enteresan... Böyle her kadının yazması yanında... Bi de herkesin saçı uzun tabii.
-Bizim hamamın özelliği Anteb’in en lüks hamamı olmasıydı. Hep kalburüstü kişiler gelirdi.Veyahut Anteb’e tayin olmuş bir üst düzey bürokrat gelirse ilk bizim hamama gelirdi. Mesela Ferit Ginol’un yaşamını anlatan bir kitabı var. Narlı’da iniyor trenden Antep’e kadar bir kamyonun üzerinde geliyor. Kamyondan inince doğru liseye gidiyor. Müdürün karşısına çıkıyor: “Ben öğretmenim buraya tayin oldum” diyor. Müdür gülmeye başlıyor. “Git önce Tutlu hamam da yıkan da hocam, gözünden başka hiçbir şey gözükmüyor, sen hiç aynaya bakmadın mı?” Çıkıp aynaya bakıyor ki sadece gözleri parlıyor. Her tarafı toprak...Kamyonun üzerinde seyehat ettiği için her yeri toprak olmuş.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder