Çiğdem Korkmaz Karal benim çok hoş Facebook arkadaşlarımdan biri. Kendisi hava kargo uzmanlığından emekli oldu. Eşinin emekli olmasını bekledi. Emeklilik işlemleri gerçekleştikten sonra Dalyan’a yerleştiler. Çiğdem’in İstanbul’dan taşınmasını, Dalyan’daki eve yerleşmesini, sobayı kurup, üzerinde kestane pişirip, çay demlemesini hep Facebook’dan izledik.
Bir de kızı var Çiğdem’in ismi Ada. Ada, pek şeker bir kız, annesinin eğitimi sayesinde gayet güzel İngilizce konuşuyor. Dalyan’a gidince de okula başladı ve İstanbul’daki yaşıtlarının asla yapamayacağı birşey yaptı: okula bisikletle gelip gitmeye başladı. Okul ve bisiklet macerasını da Facebook’dan izledik.
Onun yaşantısına çok imreniyorum. Neden mi? Yazın sıcak ayları haricinde genellikle hafta sonları Dalyan’daki arkadaşlarıyla gün boyu Torosların en batısında yürüyorlar. Yürüdükleri yerlerden fotoğraflar paylaşıyor, o kadar güzel ki... Bakıyorsunuz, Çiğdem, yüksek bir tepenin üzerinde altta denizi seyrediyor; bir bakıyorsunuz tepeden aşağı inmiş, denize karışan bir derenin kıyısında... Facebook’da paylaştığı her fotoğraf bana ulaşamayacağım bir tablo gibi geliyor.
Bir süreden beri şehirden bıkıp köye yerleşenlerle çok ilgileniyorum. Hatta, ilgilenmekten öte o insanları tanımaya, yaşantılarını bizzat gözlemlemeye çalışıyorum. Çiğdem de şehirden köye göçenlerden bir başkası, neyse ki Facebook da çok aktif, böylece onu neredeyse adım adım takip edebiliyorum. Çiğdem, 2007 yılında emekli olmuş ve İstanbul’dan ayrılıp Kaş’a yerleşmeyi planlamış. Ancak sonra bakmış ki, Kaş’daki okullar merkeze uzak yerde, kızı okula gitmekte zorlanacak, başka bir yeri Dalyan’ı seçmiş. Üstelik Dalyan’daki okul, Türkiye birincilerini çıkaran bir okulmuş. Yani, kızı Ada, İstanbul’da okula gitmeyerek kaybetmiyor, tersine kazanıyor!
Dalyan’da yaşayan epey bir yabancı var, Çiğdem’in sayfasından izlediğim kadarıyla. Bir de yabancı ile evli Türkler var. Bunun yanısıra büyük kentlerden oraya Çiğdem gibi gelip yaşayanlar bulunuyor. Yerli halk, daha çok mübadele ile gelenlerden oluşuyormuş. Bir de vaktinde Mısır’dan getirilen işçiler varmış... Yerli halk, Çiğdem gibi şehirden Dalyan’a göçenleri yabancı olarak nitelerken, gerçekten yabancı olanları da gavur olarak niteliyormuş. Pek aktif olan yabancılardan birisi Hollanda’lı Sonya... Benim imrendiğim tüm Cumartesi yürüyüşlerini o düzenliyormuş. Facebook’dan görüyorum, Sonya çocuklar için de bir çok aktivite düzenliyor. Sonya, Çiğdem’in cildinin güzelliğini pek merak edip, nedenini sormuş. Çiğdem de “krem ve dedorantlarımı kendim yapıp, kullanıyorum” diye cevap vermiş. Sonya: “neden bunlardan daha fazla üretip, bize ve başkalarına satmıyorsun?”demiş. Böylece Çiğdem için yeni bir serüven başlamış.
Çiğdem bir iki aydan beri Crocus markası altında kozmetik ürünler üretiyor. Nemlendirici krem, deodorant, göz serumu, saç bakım yağı gibi ürünlerden bahsediyorum. Yeni geliştirdiği bir ürün ise el ve ayak ovulacak krem... Ölü derileri soyarken, ciltdeki lekelere iyi geliyor ve en önemlisi de romatizmanın yarattığı çıkıntılara masaj yapıyormuş.
Çiğdem’e ne zaman krem yapmaya başladığını sordum. Beklediğim cevabı verdi! Vaktinde İstanbul’da yaşarken epey de ücret ödeyerek bir krem almış. Krem, yüzünde alerji yapınca geri vermek istemiş, ancak almamışlar ve şikayetiyle de hiç ilgilenmemişler. Derken sahaftan kremlerin yapımlarını anlatan bir kitap almış ve bugün ki seviyesine gelecek ilk adımını atmış. Nemlendirici olarak ürettiği kremin kıvamını bugün kü kıvamına getirmesi tam 10 yılını almış. Deneyip yanılarak, okuyarak zaman içerisinde tüm kullandığı kozmetikleri kendisi üretir olmuş. Galiba hergün konusu üzerinde çalışıyor ve ürün portföyünü daha da genişletmeye çalışıyor. Şimdi üzerinde çalıştığı konu: ruj yapımı... Daha önce birçok hammaddeyi İstanbul’dan alırken, bugün hammadelerinin bir kısmını kendisi bizzat Dalyan bölgesinden temin ediyor. Yerel olarak temin ettiği maddelerden birisi balmumu... Balmumu, arıcılıkla uğraşanlarda bol miktarda bulunuyormuş. Demin, Çiğdem’in yürüyüşlerinden bahsettim ya, meğer Çiğdem bu yürüyüşlerde kantaron, mürver, ölmez otu veya aloe vera gibi yabani yetişen bitkileri de topluyormuş. Böylece kantaron yağı ve aloe vera hammadesini de kendisi üretiyormuş.
Çiğdem, bana nemlendirici krem, göz serumu ve deodorant gönderdi. Deodorantın üzerini özellikle okudum ve muhteviyatını buraya yazmak istedim: Okaliptus, Karbonat, Su, Gliserin, Hindistancevizi yağı, Aloe Vera, Bicorbonate, Aqua Glycerin, Coconut oil içeriyor. Göz serumu ise, Lanolin, kakao yağı, melisa esansı içeriyor. Tamamen doğal maddeler, hatta aleo vera, bazı iç giysilerde leke yapabiliyormuş, ancak yıkanınca gidiyormuş.
Yiyecek üretimi de Çiğdem’in portföyünde yer alıyor. Kızının yönlendirmesiyle Anatella gibi, ekmek üzerine sürülebilecek bir krem yiyeceğin yanısıra ekşi mayalı ekmek gibi yapması sabır isteyen yiyecekleri de üretiyor.
Sevgili Çiğdem’in tüm hikayesi bu değil elbet! Ben, kendisiyle konuşmalarımı ve gözlemlerimi yazarak, ürettiği doğal kozmetiklerden haberiniz olsun istedim.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder