29 Ekim tatilinde İzmit Körfezi, Yeni Karamürsel dolaylarını ziyaret etmiş, Vicdan Anne –Karabudak- ile uzun saatlar birlikte olmuştum. Konu yiyecekten açılınca söz doğal olarak bilinçsizce kullanılan tarım ilaçlarına geldi. Bu konuda daha fazla araştırma yapmak için bu yazıyı bir hafta erteledim ve bilinçsiz ilaç kullanımı konusunda bilgi toplamaya çalıştım.
Bu çabanın sonucunda gördüm ki bu konuyu asıl doktorlarla konuşmak gerek. Hasta olarak kendilerine müracaat eden ziraat yapan köylüleri gözleyerek, vahim olayların farkına varıyorlar.
Bu çabanın sonucunda gördüm ki bu konuyu asıl doktorlarla konuşmak gerek. Hasta olarak kendilerine müracaat eden ziraat yapan köylüleri gözleyerek, vahim olayların farkına varıyorlar.
Vicdan Anne’yi bir gün boyunca gözlemek kısmet oldu. Karı-koca bahçeye çok vakit ayırıyorlar, aslında ayırmak zorundalar da. Biz gittiğimizde bahçe/bostan artık mevsim itibariyle bozulduğu için, Vicdan Anne, zamanını evde daha ziyade kışa yiyecek hazırlayarak geçiriyordu. Tarım ilacı hiç kullanmadan gayet başarılı ürünler yetiştirmişlerdi. Ne hoş! Salata yapılması gerekince bahçeden bir kök marul çekiliyor, birazcık maydanoz toplanıyor, domates ilave ediliyor ve bütün bunlar zeytinyağı ve limonla buluşturuluyordu. Bu arada domateslerin de mevsim dolayısiyle bahçeden tam olmadan toplandığını ve bekletirilerek kullanıldığını ekleyelim.
Vicdan Anne ile yaptığımız koyu sohbetlerde onun sebze ve meyve yetiştirmeciliğinde ki engin deneyimini izlemek fırsatı buldum. Tohumları gayet güzel saklamış ve sınıflandırmış. Evin her yerinde mutlaka bir tohum veya tarla ürünü, ya da kışa saklanmış bir şişe kavanoz bulunuyor. Vicdan Anne’nin dinleyerek öğrendiğim bir başka yönü ise tam anlamıyla bir hümanist olması. Yoksa, hiç tanımadığı farklı üç yaşlı kadını evine alır bakar mıydı? Hem de onlar vefat edene dek... Hümanist dedim ya, paylaşmayı da çok seviyor. Sınıflandırılmış, itinayla kurutulmuş tohumlar, isteyene gönderiliyor ve cömertce paylaşılıyor. Derken laf tarım da kullanılan zirai ilaçlara geliyor. Bu sefer ben ona deneyimimi anlatıyorum:
Yazın, Arsuz’da otururken hiç üşenmeden 90 km direksiyon kullanıp Belen pazarına gidiyorum. Belen pazarına bayılmamın nedeni oraya sadece köylülerin sebze, meyve, kuruluk, salça ve benzeri şeyler getiriyor olmaları. Yani, diğer şehir pazarları gibi halden getirilmiş meyve, sebze yok Belen pazarında. Örneğin: mevsiminde elma aldınız, eve götürüp yediniz ve çok beğendiniz. Gelecek hafta aynı elmayı bulmanız söz konusu olmaz. Zira, o elma bir ağaçtır ve köylü onu bir hafta önce toplayıp hepsini satmıştır. Yani, bir hafta sonraya aynı üründen dalda da kalmamıştır. İşte, benim bu kadar severek gittiğim pazarda bir gün farkına vardım ki, köylüler pazara getirdikleri ürünler üzerinde bilinçsizce tarım ilacı kullanıyorlar. Çok paniklememe rağmen, gidecek başka yer olmadığı için oraya gitmeye devam ettim!
Vicdan Anne de bana kendi komşularının sabahtan tarım ilacı döktükleri fasulye ve benzeri sebzeleri, öğle vakti pazara götürüp satmakta bir sakınca görmediklerini söyledi. Vicdan Anne’nin diğer değindiği konu, süt satışında kullanılan hidrojen peroksit idi. Anlattığına göre, süt toplayan –büyük firmaların kamyonları tüm köylerden kilo kilo süt topluyor- kamyon şoförlerinin tankdaki süt bozulmasın diye kullandıkları her türlü canlıyı öldüren hidrojen peroksiti iyilik olsun diye köylü kadınlara da vermeleri. Köylü kadınlar, pazara götürdükleri süt bozulup, kesilmesin diye bidonların içine birer damla hidrojen peroksit döküyorlarmış. Birer damla denildiğine inanmayın! Kimbilir ne kadar koyuyorlar ve tüm canlıların ölmesi nedeniyle artık başka bir sıvıya dönüşen maddeyi de süt diye satıyorlar.
Bilinçsiz tarım ilacı kullanımına diğer örnekleri de Musa Dağdeviren verdi. Musa Bey, Çiya Lokantası’na yiyecek aldığı için piyasada kim ne tür tarım ilacı kullanıyor çok yi biliyor. Nitekim, bu nedenle lokantada tüketilen her türlü sebzeyi yetiştirmek gibi bir hayali vardı, bir çiftlik ve kocaman arazi satın alıp o rüyasını gerçekleştirdi. Çiya’da yediğiniz her türlü sebze, bizzat Çiya tarafından yetiştiriliyor ve dahası kurutuluyor. Domates salçasından biber salçasına, sumak ekşisine kadar herşey kendi çiftliklerinde üretiliyor.
Evet, Çiya’yı bir tarafta bırakalım bakın çarşıdan satın aldığımız yiyeceklerde neler var: Dolmalık kuru patlıcan, dolmalık kuru biber, kurutulmuş çoğu üründe güvelenmesin diye tarım ilaçları kullanılıyor. Hem de nasıl biliyor musunuz? Evleri ilaçlamak için kullanılan ilaç bombaları var. Evinizden çıkarken pimini çekiyorsunuz, siz kapıyı kapatıp evi terkettikten 15 dakika sonra patlıyor ve evin her zerresi ilaçlanıyor! Bunu ben Amerika’da ahşap evler için kullandıklarını görmüştüm. Eve, birkaç ay uğramadığınız için, siz döndüğünüzde ilacın tesiri geçmiş oluyor, ama o arada da özellikle ahşaba zarar verecek her türlü mahluk da yok oluyor! İşte benzer bir ilaç bombasını dolmalık kuruluklar için kullanıyorlarmış. Kurulukları bir odaya asıp, ilaç bombasını patlatıp, kurulukları güveye karşı ilaçlıyorlarmış. Tüylerim diken diken oldu! Biz de paşa paşa o kurulukları haşlayıp dolma dolduruyoruz!
Kuru üzüm, kuru domates, kuru kaysı ve diğer yiyecekleri kükürt veya göztaşına bulayıp kurutuyorlarmış. Zeytine de daha yeşil gözüksün diye göztaşı koyuyorlarmış. Bordo renk kuru sumağın içinde neler neler varmış... Zira, uzun süreden beri tadı bir tuhaf olduğu için Antep’ten sumak almıyorum! Yani, damağım bir anormallik olduğunu yıllar evvel söylemiş bana! Maraş tarhanası da marketlerde tarihi geçtiği için iade edilen yoğurtlarla yapılıyormuş. Türkiye’de en fazla satılan aromanın “tereyağ aroması” olduğunu bilir misiniz? Margarin, kuyruk yağı ve tereyağı aroması birleşip, güzel kokulu tereyağı oluyormuş.
Her gazetede değil ama bazı gazetelerde “yurtdışına gönderilen yeşil biberin üzerinde gereğinden fazla tarım ilacı bulundu ve iade edildi” gibi haberler okurum. İade edilen yeşil biber, aslan gibi iç piyasaya girer ve problemsiz satılır. Bu konu ile ilgili Prof. Dr. Konuralp İlbay’ın söyleyecekleri var: Bartın'ın köylerinde dul erkeklerden geçilmiyor. Sebebi şu; kadınların çoğu erken yaşta kanserden gidiyor. Kanserin sebebine gelince; Bartın'da sera sebzeciliği ve çilekçilik çok yaygın ve bu işi çoğunlukla kadınlar yapıyor. Havada uçan sineğe sıkar gibi bitkilere o kapalı sera ortamında tarım ilacı sıkıyor ve tabii bu arada kendileri de yüksek dozda ilaca maruz kalıyorlar. Ve kaçınılmaz sonuca ulaşıyorlar, gerçi son bir senedir ilaç kullanımını azaltmışlar ama yine de ölüm oranı yüksek.
Bir başka hekim ise Denizli Buldan için benzer şeyleri yazmış: Yukarıda yazılan benzer bir durumun Denizli’nin ilçesi Buldan da olması ilginç geldi bana. Kişisel gözlem ve sohbetlerim sonucunda nerdeyse her aileden bir kişinin safra kesesinin alındığının farkına vardım. Ayrıca, nerdeyse herkes şeker hastası.... Buldan’da sadece tepede bir verem hastanesi var, tek bir doktor ilçenin her işine koşuyor herkesi kesiyor ve başka doktor barınamıyor. Buldan’da üzüm yetiştirildiğini de ekleyelim buraya.
Aslında daha yazılacak çok şey var, ancak bugünlük bu kadarla bitirelim.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder