Geçtiğimiz haftalarda Eskişehir’in Mihalıççık kazasını ve Sorkun köyünde yapılan ülkemizin en ateşe en dayanıklı çömleklerinden bahsetmiştim. Bugün, çömlek hikayesine bir iki detay daha ekleyip, konuyu bitirmek istiyorum:
Nilgün Kocabıyık öyle bir program hazırlamıştıki hem çömlek yapımının tüm safalarını hem de çömlekten ne tür yemekler yapıldığını öğrenmiştik. Bunlardan birisi de bazlama yapımıydı... Mayalı hamurla hazırlanan bazlama çömlekten yapılmış sac üzerinde pişiyordu. Bazlamalar pişince birisinin sadece kenarları kalacak şekilde içi boşaltılıyor. Bu kenarlar adeta bir kasnak gibi kullanılıp, içerisine 3-4 yumurta kırılıyor. Çömlek sac çok sıcak olduğu için yumurtalar kısa sürede sacın üzerine yapışmadan pişiyor. Daha sonra yerel deyimle “eğsiran” dedikleri bir nevi demir spatula ile pişen yumurtaları ikiye bölünmüş ekmeklerin üzerine koyup servis ediyorlardı. Lezzeti muhteşemdi... Hafif kızarmış, yağsız ve toprak kokan bir yumurta... Gerçekten çok değişikti.
Diğer bir durağımız, çörek yapılan ev oldu... Çörek de aynı bazlama hamuru gibi mayalandırılıyor, ama kapalı fırında pişiriliyor. Fırının tabanını oluşturan 1-1,5 metre çapındaki sac da çömlekten parça parça yapılmış... Hamur halindeki çörekler üzerlerine su veya süt sürülüp fırının içerisine konduktan sonra fırının ağzı kapatılıp pişiriliyor. Çöreğin pazıları hemen fırının yanında tutuluyor ve bir önceki çörekler pişince yerine hemen yenileri fırına diziliyor. Burada ilginç birşey dikkatimi çekiyor... Bazlama ve çöreğin hamurları aynı; mayalı ama pişirme yöntemleri farklı olduğu için tadları tamamen değişik. Bazlama önce pazı haline getiriliyor, bekletiliyor ve buna “yazma” deniyor. Çömlek sac üzerinde her iki tarafı kızartılarak pişiriliyor. Çörek ise, önceden pazılara ayrılmıyor, yani pazı halinde bekletilmiyor, pazı şekli verilir verilmez ağzı kapanan bir fırında pişiyor. Demek ki, farklı pişirme ortamı ekmeğin tadını etkiliyor...
Sık sık tekrarlıyorum ya, Nilgün o kadar güzel bir program yapmıştı ki... Hiç şansa bıraktığı birşey yoktu ve biz bütün gün çömlekçiliği öğrenip, doğallığa hayran olduk. Bu arada eve döner dönmez habire çömlekte reçete denedim ve çok şey öğrendim. Çömlekte yemek pişirmek uzun zaman alıyor ve sabır istiyor. Reçetelerin içerisinde en kolayı firik pilav... Ve bence firik zaten, tarlada yeşilken közlenen bir çeşit bulgur olduğu için çömleğin topraksı tadı ile pek de uyum sağlıyor. Zaten çömlekte en fazla dikkat etmeniz gereken şey; “aroma bulaşması”. Bu şu demek: çömlekte et yemeği ihtiva eden şeyler pişirdiyseniz hep o şekilde devam ediyorsunuz. Balık pişirmek için ayrı bir çömlek kullanıyorsunuz ve asla o çömlekte et pişirmiyorsunuz... Diğerinde de balık tabii.. Çömlekte kuru fasulye de çok güzel oluyor. Çömlekleri pişirdiğiniz yemek türüne göre ayırmanız gerekiyor. Örneğin bir çömleği et çömleği olarak belirleyip, onda hep et yemekleri yapabilirsiniz. Toprak yapısı gereği, yemeğin içerisine koyduğunuz baharat , sebze, et ve tahıl kokularını emiyor, işte o nedenle çömleklerde hep aynı tür yemekler pişirmek gerekiyor. Haa bu arada en önemli şeyi yazayım: çömleğinizi asla deterjanla yıkamayın, zira onu da emecektir! İçinize sinerek temizlemek istiyorsanız suyun içerisine karbonat ilave ederek çömleğinizi daha temiz hale getirebilirsiniz.
Nilgün bizi, öğle yemeği ve çömlek yemekleri için Kartal mevkiinde Kay yaylasına götürdü. Eskişehir’in ve Mihalıççık’ın harika bir doğaya sahip olduğunu söyledim ya.. Burası işte öyle bir yerdi. Bize sebzeli güveç türlü ile et sote yaptılar. Mükemmeldi... Tabii yanında az önce bizim için pişirilen bazlamaları, çörekleri ve salata yedik. Yemekten sonra bize yerel halk danslarını da gösterdiler...
Mihalıççık’a yakın yerde Yunus Emre’nin gömülü olduğu Yunus Emre köyü bulunuyor... Bizimle, oranın sorumlusu din adamı İhsan Akkurt ilgilendi. İhsan Bey, harika bir insan ve Yunus’un ilmine vakıf birisi... Böyle insanlarla karşılaşınca moralim düzeliyor, huzur duyuyorum o ortamda olmaktan... Heykeller.. Yunus’un o mütevazi yaşam tarzı ve felsefesi, insanı mutlu eden bir yer orası... Bakın şu dörtlüğü kayıt etmişim oralardan...
İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsen/ Bu nice okumaktır. Rivayete göre Yunus Emre, 3000 adet şiir yazmış. 1000 tanesini melekler ezberlemiş, 1000 tanesini balıklar ezberlemiş, 1000 tanesini ise insanlar ezberlemiş.
Yol boyunca ve köyün içerisinde haşhaş tarlaları gördüm... Tam da çiçeklenme mevsimiydi. Tarlalar bembeyaz gelinlik giymişlerdi... Çok hoş da bir görüntü var burada, arada bir mor renkli haşhaş var çünkü... Sanıyorum bilirsiniz, haşhaş ekimi ruhsata ve izne tabii... Baharda ilk çıkan filizler, henüz çiçeklenmeden seyreltmek amacıyla afiyetle yeniyor... Çeşitli sebze yemekleri ve pilavını yapıyorlar... Bize de haşhaşlı gözleme yaptılar. Haşhaşın kozasından afyon alındıktan sonra, kozanın içerisinde ki tohumlar yeniliyor ve kısaca haşhaş diye anılıyor. Önce kavrulan haşhaş sonra çekiliyor ve gözlemenin dolgu malzemesi olarak kullanılıyor. Mihalıççık’da hazır, ambalajlar da satılıyor kavrulmuş ve çekilmiş haşhaş... Sofrada son derece lezzetli, güveçte pişirilmiş yaprak sarması da vardı...
Sorkun’da çömlek asırlardır aynı gelenekle yapılıyor, yani en ilkel yöntemle... Sanıyorum onun için de çok doğal ve güzel... Seramik sanatçısı ve öğretim üyesi Ayşegül Özen’den aldığım bilgiye göre de ülkemizin en dayanıklı çömlekleri Sorkun’da yapılıyor. O kadar dayanıklı ki ateş üzerinde rahatlıkla kullanabiliyorsunuz... Yalnız, kısık ateşe koyacaksınız ve sıcak bir çömleğin içerisine asla soğuk su ilave etmeyeceksiniz... Çömlek geç ısınıp, geç soğuduğu için, ateşten aldıktan sonra sofra da koyduğunuz yere de dikkat etmeniz gerekiyor. Soğuk ve su ile temas ettirmeyeceksiniz... Eğer bu kurallara uyarsanız, senelerce kullanabiliyorsunuz Sorkun çömleklerini.
Sadece çömlekleri güzel değil bu insanların, ruhları da çok güzel... Son derece misafirperver, cömert ve sanatkarlar... Bu özelliklerinden olsa gerek zaman zaman Avrupa’daki insanların da dikkatini çekmişler. Fransa’daki bir festivale davet edilmişler, ancak; çömlek yapanlar kadın olduğu ve kocaları tarafından yalnız seyehat etmelerine izin verilmediği için kendilerini Avrupa’da gösterememişler.
Sorkun’a gitmek çok verimli bir seyahat oldu bizim için. Hem öğrendik, hem harika dostlar edindik: Şeyda, Nilgün, Hülya, Nesrin ve tüm Sorkun köylüleri... Hepsine gönülden teşekkürlerimi gönderiyorum.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder