15 Ağustos Anadolu’da özellikle Hristiyan halk tarafından yüzyıllarca kutsal gün olarak kutlandı. Bugünlerde, herkes katılabilsin diye genellikle Ağustos ayının ikinci Pazar günü Hatay’ın Vakıflı Köyü’nde Meryem Ana bayramı olarak kutlanmaya devam ediyor. Daha önceki senelerde birkaç kez bu bayramı yayınlamıştım.
Dün bu yazıyı yazmak için arşivime baktığımda, Kevork Sarafian tarafından yazılan Antep Tarihi kitabında bulunan Gaziantep’in Ehneş Köyü ile ilgili bir yazının Armen Aroyan ve benim tarafından yapılmış tercümesini buldum. Ehneş Köyü’nün bugünki ismi: Gümüşgün Köyü...Tüm çeviriyi koymadan yazıyı şöyle özetledim:
Köylüler, çok dindar ve Gregoryan’dı. Akraba evliliği yaparak, dinlerini ve bayramlarını korudular. Ehneş ve Cibin Urfa Kilisesi’ne bağlıydı. Ağustos’ta kutlanan Surp Asdvadzadzin(*); Aralık’ta kutlanan Surp Hagop ve Şubat’ta kutlanan Surp Sarkis bayramlarında insanlar manastırları doldururlardı. Burada çeşitli şenlikler yapılır, ok atarlar, jimnastik gösterileri düzenlerler, kılıç kalkan oynarlar, güreş tutarlar, koşu yarışması yaparlar, taş atma yarışması yaparlar, at yarışı yaparlar, bütün bu yarış ve oyunlardan sonra adak hayvanı keserlerdi. Tabii kilisede 1915’e kadar ayin de yapılırdı. Yeni yetişen nesil de aynı evebeyinlerinin yolundan gittiler ve çok dindar oldular.
Bu satırları yazan bir Nersesyan Okulu mezunudur. İyi bir eğitim almıştır. Kilisenin üzerinde birisi büyük; diğeri daha küçük iki çan vardı. Büyük çan, bu özel günlerde diğer köylerdeki insanlar da duyabilsin diye iki büyük tokmakla çalınırdı. Biz öğrenciler, çan çalmayı pek merak ederdik. Ancak, kilisenin papazı bize izin vermezdi. Kendisi, haftanın yedi günü, 14 kez çanı çalardı. Papaz, çok meşgul olduğu zamanlarda, kendisince tayin edilen genç öğrencilere çan çaldırırdı. Yani, çan çalma şerefini sadece erkek çocuklara verirdi. Böylece bütün vaktimizi kilisede geçirirdik. Eğer, öğrencilerden birisi kilisedeki dersi kaçırırsa, hem papaz; hem de anne-babası çocuğu cezalandırırlardı.
Ehneş kilisesinin bağlar ve fıstık bahçelerinden oluşan çok mal varlığı vardı. Bu malların geliri kilisenin papazına verilir, o da yaşamını bu gelirle sağlardı. Kilise bu kadar mal varlığına nasıl ulaşabilmişti? Malları, vefat eden Ehneşliler vasiyetle bırakmışlardı. Dediğim gibi, çocuklar kilisenin tepesindeki çanı çalmaya pek heves ederlerdi. Bazı aileler çan adağı yaparlardı. Örneğin çocuğu olmayan zengin bir aile... Ailenin reisi ki buradaki örneğimiz ağadır. Her gün kiliseye gider, “oğlum olsun” diye dua ederdi. Bu sırada adağı yerine gelirse, 10 dönüm toprak; 500 tiyek bağ; 20 fıstık ağacı bağışlamayı kendi kendine söz verir. Bu şekilde kilise çok zengin olurdu. Ehneşliler kiliseye süslemek için dekorasyon malzemesi, elbise de bağışlarlardı. Noel, Paskalya ve Paregentan’da insanlar yiyecek ve elbise dağıtırlardı. Ehneşli Ermeniler, eski kilisenin yanına bir yenisini inşa etmek istediler, ama bu dilekleri 1915 olayları nedeniyle gerçekleşmedi.
Ehneşliler çok çalışkan ve iyi aşıcılar olarak bilinirler. Hayvan eğitmekte de ustaydılar. Bağcıydılar, aşıcıydılar, tüccarlık ve gemiciliği de iyi yaparlardı. Rumkale ve çevresinin asıl geçim kaynağı fıstık satışıydı. Ehneşliler çok iyi fıstık ağaçları yetiştirirlerdi. Ehneşliler’in yüzde 30 nüfusu fıstık tarımını çok iyi bilen insanlardı. Fıstık tarımı dikkat ve sabır isterdi, çok hassas bir işti. Fıstık ağaçlarını aşılamak için Rumkale bölgesinde Ehneşli aşıcılar aranırdı.
Cibinli Ermeniler de fıstık tarımını iyi bilirlerdi. Zengin, fakir her Ehneşli’nin bağı, bahçesi de olsa mutlaka sahip olduğu fıstık ağaçları vardı. Fıstık ağaçları çok naziktir, dikkat etmek gerekir. Kültüre alınması, kendi meyvesinden yetiştirilen fidelerle olmuştur.
Fıstık ağacının tarımı nasıl yapılırdı? Ağacı, doğru yetiştirirseniz kayalık yerlerde bile yetişirdi. Dağların yamacında ve vadilerin içerisinde de yetişirdi. Ancak, rutubetli yerlerde ve bataklık bölgelerde fıstık yetişmezdi.
Fıstık, daha önce toprağı hazırlanmış bir bahçeye ekilirdi. Fıstığı veya melengici çimlendirirseniz yerlilerin deyimiyle “sakız” ağacı çıkar. Bu sakız ağacı yine yerlilerin söylediği “melengüş”denilen mercimek büyüklüğünde siyah, yeşil ve kırmızı renkleri olan minicik bir meyve verir. Rumkale bölgesinde yaşayan herkes melengüşü kurutuktan sonra tuzlayıp, kavururlar. Bazen, içerisine bazı baharatlar katıp bir yiyecek yaparken; bazen de melengiçle ekmek yaparlar. Melengiçin çimlenmesinden meydana gelen minik ağaca “şitil” denir. Biraz büyüyünce de “burç” denilirdi.
Devam edecek...
***
9. FÜSUN SAYEK FESTİVALİNDE AHMET KANNECİ VE EKREM ÖZTAN VARDI
Arsuz’da yapılan 9. Füsun Sayek festivalinde Ahmet Kanneci gitar, Ekrem Öztan klarnetle resital verdiler. Tüm dünyadan ezgilerin seslendirildiği resital çok başarılıydı.
(*)Meryem Ana göğe alındı, dirildi
‘Verapohum Surp Asdvadzadzin’, yani Meryem Ana’nın göğe alınışı Ermeni Apostolik Kilisesi’nin beş büyük bayramından biri. Olay İncil’de yazılı değil, biz bunu Kilise geleneğinden öğreniyoruz. İsa Mesih çarmıha gerildiğinde 48 yaşında olan Meryem Ana, 12 sene daha, Mesih’in öğrencileri Hovannes ve Yuhanna ile beraber kaldı, çünkü Mesih, annesini onlara teslim etmişti. Meryem Ana 60 yaşında vefat etmeden önce, kendisine öleceği açıklanıyor. O da, yakınlarına ve o sırada Kudüs’te bulunan öğrencilerine haber veriyor. Toplanıyorlar, ağlaşıyorlar ve Meryem Ana, birkaç gün sonra gözlerini yumuyor. Meryem Ana’yı bir mağaraya koyuyorlar, girişini bir kayayla kapatıyorlar, o kaya bugün hâlâ orada. İnsanlar oraya ziyarete gittiklerinde tuhaf sesler duyuyorlar. Dört gün sonra, öğrencilerinden Partoğomeos geliyor, haberi alıyor ve çok üzülüyor. Mezarı açıp, Meryem Ana’yı son bir kez ona göstermek istiyorlar. Mezar açıldığında bakıyorlar ki Meryem Ana’nın cesedi yok. O zaman anlıyorlar ki Meryem Ana, oğlu Mesih tarafından göğe alındı, bir şekilde dirildi.
‘Verapohum Surp Asdvadzadzin’, yani Meryem Ana’nın göğe alınışı Ermeni Apostolik Kilisesi’nin beş büyük bayramından biri. Olay İncil’de yazılı değil, biz bunu Kilise geleneğinden öğreniyoruz. İsa Mesih çarmıha gerildiğinde 48 yaşında olan Meryem Ana, 12 sene daha, Mesih’in öğrencileri Hovannes ve Yuhanna ile beraber kaldı, çünkü Mesih, annesini onlara teslim etmişti. Meryem Ana 60 yaşında vefat etmeden önce, kendisine öleceği açıklanıyor. O da, yakınlarına ve o sırada Kudüs’te bulunan öğrencilerine haber veriyor. Toplanıyorlar, ağlaşıyorlar ve Meryem Ana, birkaç gün sonra gözlerini yumuyor. Meryem Ana’yı bir mağaraya koyuyorlar, girişini bir kayayla kapatıyorlar, o kaya bugün hâlâ orada. İnsanlar oraya ziyarete gittiklerinde tuhaf sesler duyuyorlar. Dört gün sonra, öğrencilerinden Partoğomeos geliyor, haberi alıyor ve çok üzülüyor. Mezarı açıp, Meryem Ana’yı son bir kez ona göstermek istiyorlar. Mezar açıldığında bakıyorlar ki Meryem Ana’nın cesedi yok. O zaman anlıyorlar ki Meryem Ana, oğlu Mesih tarafından göğe alındı, bir şekilde dirildi.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder