DOĞUNUN
KRALİÇESİ
Ayfer Tuzcu Ünsal
Arkeolog Josef
Naseh’ten daha önce bahsetmiştim. Kendisi Antakya doğumlu, orada yaşayan, aynı
zamanda turizmci de olan bir arkeolog. Büyük şans eseri Füsun Sayek
Festivalinde yaptığı sunumları izlemek şansım oldu. Josef Bey’in kente bakış
açısı beni bu röportajı yapmaya ivmelendirdi. Şimdiye kadar alışılagelmişin çok
dışında idi… Antakya hakkında bilmediğim, duymadığım bir dolu bilgi vardı
anlattıklarında.
-Josef Bey. Bu seneki Füsun Sayek
etkinliklerinde özellikle Amik/Amuk gölünün bilinçli olarak kurutulmasını ve
bağlı olarak Antakya’nın içerisinde yer alan tarihi Roma Köprüsünün yıkılmasını
gündeme getirdiniz. Çok merak ettiğim bir konuydu…
- Evet, bizim dilimizde Amik; Hitit dilinde Amuk olan meşhur gölümüz
kurutulduğunda bir taraftan feodalite çöktü, bir taraftan leylekler konacak yer
bulamadılar; bir diğer taraftan da yetmişbin aile etkilendi.
-Neden kurutulduğu konusunda
biraz konuşabilirmiyiz?
-Afganistan’dan gelen göçmenlere ev yapmak için arazi yarattılar!
-Nasıl etkilendi bölge?
-Ekolojik yapı tamamen bozuldu. Feodalite çöktü. Amikli, Reyhanlılı
ağaların geniş toprakları vardı; verim düşünce toprak değerini kaybetti ve
minicik tarlalara dönüştü, o koca araziler… Pamuk ekimi için ben çocukken altı
kez su verilirdi tarlaya, göl kuruduktan sonra dokuz kez verilmeye başlandı.
Göl varken, su doğal cazibe ile akardı. Göl kuruyunca suyu elde etmek için
elektrik kullanmak zorunda kaldılar. Böylece, elektrik ve işçilik maliyetleri bölgenin tarımsal yapısını
olumsuz yönde etkiledi… Göl varken öyle verimliydiki bu topraklar, 1500-2000
kişilik ziyafetler verilirdi. Herkesin yiyeceği vardı, cebi para görürdü ve
mutluydu da bir anlamda… Benim tahminime göre yetmiş bin aile Amik ovasından göçmek zorunda kaldılar.
-Hatay, göçmen kuşların da en
fazla kullandıkları alan değil mi?
-Evet, göl kuruyunca leylekler konacak yer bulamadılar. Ekolojik denge
tamamen bozuldu. Eee bu olumsuzluk herşeyi etkiliyor, toprak verimini kaybetti,
en başta.
-Nasıl kuruttular gölü?
-Asi nehrinin yatağını derinleştirerek gölün suyunu Akdeniz’e akıttılar.
Nehrin yatağı derinleşince tarihi Roma köprüsü havada kaldı ve onu
destekleyecek bir zemin kalmadı. Tarihi köprüyü yıkmak zorunda kaldılar!
-Tüylerim diken diken oluyor!
Füsun Sayek etkinliğinde yaptığınız sohbet toplantısında, bu olay için Süleyman
Demirel’in “hayatımın en büyük hatalarından birisi” dediği söylendi…
-Evet, o toplantıda çok sayıda Ankara’da önemli görevlerde bulunmuş,
emekli olmuş üst düzey bürokratlar vardı, onlar söylediler. Gerçekten de büyük
hata… Bugün meydana gelen birçok olumsuzluğun kaynağı.
-Sizin Anadoluyu tarifiniz de
çok güzel…
-Evet, Anadolu’dan onaltı farklı uygarlık geçmiştir. Ben, bir birey
olarak bunların hepsini taşıyorum. Yani ben müslümanım, hristiyanım, museviyim…
Anadoluluğu özümsemek önemli…
-Antakya’nın muhteşem bir
tarihi var. Sayfanızda okudum, İncil, Pavlos ve Barnabas’ın öğrencilerine ilk
kez Antakya’da “hristiyan” ismi verildiğini yazıyormuş. Ayrıca, İncil’in birisi
burada yazılmış. İlk olimpiyat oyunları burada başlatılmış…
-Evet, Augustuos, M.Ö. 31-M.S.14 dönemindeki en önemli olay Olimpiyat
oyunlarının dört senede bir tekrar edilmesine karar verilmesidir. Bu dönemde
Antakya’nın 300-400 bin nüfusu vardır. O nedenle de “Orientis Apicam Pulcurum”
yani Doğu’nun kraliçesi ünvanını almıştır.
-Eski çağlarda, deprem ve yangın
kentlerin boşalmasına, dolayısiyle de önemlerini kaybetmelerine neden oluyor
değil mi?
-Evet, 13 eylül 458’de Antakya’da kenti tamamen yıkacak kadar büyüklükte
bir deprem olmuş. İnsanlar kenti terk etmiş… Daha sonraki yıllarda da büyük bir
yangın olmuş, o da terk nedeni…
-Habibi Neccar ne demek,
marangozlukla ilgisi var mı?
- Evet, evet. Sevgili Marangoz demek… Orası eski bir Roma tapınağı
aslında. Daha sonra klise; şimdi de camii olmuş.
-Okuyucularımıza Sevgili
Marangozla, “Hz İsa’nın kastedildiğini” yazmalıyız… İsmini değiştirmemişler, ne
güzel…
-Evet, orası gerçekten de Antakya’nın yapısını anlatmak bakımından çok
önemlidir. Camiinin avlusunda Hristiyan din adamları ile Müslaman din adamları
yanyana yatarlar.
-Söz açılmışken… Bir radyo
proğramında dinlemiştim. Dünyada ki üniversitelerin bazıları “Antakya’da din,
ırk, dil farkı gözetilmeden barış içerisinde birarada yaşanmasını” öğrencilere
tez konusu olarak veriyorlarmış. Eğer,
buranın sırrı çözülebilirse Dünya’da barışı gerçekleştirmek kolaylaşır
diyorlar…
-Doğru, Ayfer Hanım. Gerçekten dünyanın heryerindeki üniversitelerden
öğrenciler geliyor, özellikle master veya doktora tezi için Antakya’da ki
yaşamı seçiyorlar. Biz de elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz
onlara…
-Josef Bey, çok teşekkür ederim.
Bana tatilinizden fedekarlık edip, zaman ayırdınız…
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder