Yemek kitabı yazarı İlhan Eksen, geçtiğimiz hafta Yesam’da
İstanbul’un çok kültürlü mutfağı üzerine pek güzel bir konuşma yaptı. Aşağı
yukarı 90 dakika süren konuşmasını aşağıda kendi dilinden özetleme çalıştım:
İstanbul’daki mutfak Roma, Doğu Roma (Bizans), Osmanlı’nın
devamıdır. Yenikapı kazıları İstanbul’un 8000 yıllık bir tarihi olduğunu ortaya
koymuştur. Ceneviz ve Venedikliler’in etkisi ile İstanbul, eski
dünyanın deniz ticaret merkezidir. O nedenle bu kent her zaman yiyecek
bolluğu içinde olmuş, isyan çıkacak bir kıtlık yaşamamıştır.
1517’deki Mısır fethinden sonra buradan bol miktarda buğday ve pirinç İstanbul
mutfağına girmiştir. Şehirdeki en büyük korku ekmek yokluğu olmuş, ancak çok
şükür hiçbir devirde ekmeksiz kalmamış, Anadolu, Trakya ve Mısır’dan gelen
yelkenliler kente yaz aylarında buğday taşımıştır. Bu kentte sebze, tahıl,
meyva, zeytinyağı, zeytin her dönemde bol olmuştur. İstanbul’un coğrafi konumu
aynı zamanda bir balık ve diğer deniz ürünleri cenneti olmasına neden olmuştur.
Balıklar taze olarak tüketildiği gibi kurutularak ve salamura olarak da
tüketilmiştir.
İstanbul’a ayrıca Trakya’dan koyun; Urfa ve Halep’ten sade
yağ; Mısır’dan pirinç, buğday, mercimek, baharat;Rusya’dan
şeker, havyar, tuzlu balık; Bursa’dan kestane; Odesa’dan
un; Erzincan’dan tulum peyniri; Girit, Midilli, Ayvalık’dan
zeytinyağı; Bağdat’tan hurma; Afyon’dan sucuk; Kayseri’den
pastırma; Yemen’den kahve; İzmir, Aydın’dan incir,
üzüm; Balkanlar’dan kaşar; Gemlik’den zeytin; Mürefte,
Marmara Adası’ndan şarap; Tekirdağ’dan karpuz;Terkos’dan
balık getirilmiştir.
İstanbul’daki yerleşik halk yani Rumlar, çok eski çağlardan beri zeytinyağı
ve deniz ürünleriyle beslenmişlerdir.
Diğer taraftan bir de İstanbul’a gelen ahali vardır. Fetih sırasında
İstanbul’un nüfusu 50,000 kişi idi. Kentin ahalisine yeni gelenler eklenince, kente
Anadolu tarzı beslenme hakim olmuş ve koyun eti ile tahıllı yiyeceklerle
beslenme ağırlık kazanmıştır.
1492 de Avrupa’dan gelen Sefarad göçleri ile Akdeniz
mutfağı, Osmanlı İmparatorluğunun dağılma sürecinde
Balkan’lardan, Kafkasya’dan gelen göçlerle hamur işleri ve et
yemekleri ağırlık kazanmıştır.
17. yüzyılda savaşlar ve isyanlardan kaçanlar İstanbul’a gelir ve nüfus
200,000 bine çıkar.
200,000 nüfuslu İstanbul’a Rusyada yer alan çeşitli olaylar nedeni ile
Ruslar da göçer Rus’un taşıdığı farklı bir mutfak kültürü vardır.
Rus salatası, piroşki, blini, Kievski, Strogano, bortch yemekleri bu dönemde
gelir ve İstanbul’da 15 Rus lokantası açılır.
Mübadele nedeniyle İstanbul, Ege Adalarından ve Selanik’den gelenleri
misafir eder. Onlar da İstanbul’a ot kültürü vezeytinyağlı yemekleri
getirirler. Mübadele sırasında Balkanlar’dan 1923-2000 arası 1,5 milyon kişi
gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası köyden kente göç başlar ve
Anadolu mutfakları ciddi şekilde kuşatır İstanbulu... Trabzon’dan
tereyağı, Urfa’dan sadeyağ, Antep’ten kebablar, baklava
ve diğer illerden mantı vb gibi hamur yemekleri artık İstanbul mutfağının
vazgeçilmez yemekleridir.
Bugüne geldiğimizde ise küreselleşme sonucu İstanbul’da fast food
zincirleri, Uzak Doğu, Hint, Tai, Lübnan, Çin ve İran Lokantaları
bulunmaktadır.
Unutmadan not edeceğimiz diğer bir husus, gidişler sonucu yok olan Macar, Rus Lokantaları, Rum meyhaneleri
vb olmuştur.
Mutfakların oluşumu:
İstanbul mutfağı farklı yeme içme alışkanlıklarının sentezi olmuştur.
Birikimi, toplumsal hafıza, gelenek-görenekler oluşturmuştur. Saray’dan
konaklardan sızan tarifler, komşuluk ilişkileri sonucu tarif alış-verişleri ve
insanlar birbirlerine el verişleri bu sentezi tamamlamıştır.
Savaş ve uzak görevlerde öğrenilen yeni tatlar arasında Gulaş (kul aşı),
Nemse böreği, Elbasan tava, Arnavut ciğeri, Çerkes tavuğu, Selanik gevreği, Şam
tatlısı, İran çilavı, mülhiye ve aside bulunmaktadır.
Farklılıklar:
Aynı kentte bir arada değil, yan yana yaşayan insanların farklı inaçları (oruç,
perhiz, bayram, yortu, düğün, ölüm) vardı. Müslümanlar oruçta
balık ve zeytinyağı yemezlerdi. Hristiyanlar ise perhizde hayvansal gıdaların
dışında daha hafif şeyler yerlerdi. Müslüman bayramlarında yiyecekler
mevsime göre değişir, kurban bayramında et ağırlıklı yemekler yapılırdı.Hristiyan
bayramında mutlaka paskalya çöreği, Basilopide, renkli yumurta, Anuş
abur, yılbaşı hindisi, mezeler tüketilir. Ayrıca Rumlar Paskalya
sırasında fırında kuzu, Ermeniler balık yerlerdi. Yahudiler bayramlarında
veya oruç tutarlarken perhizde mayalı ve hayvansal yiyecekler yemezlerdi.
Bereketli denizler yüzünden İstanbul hiç açlık yaşamadı. Balık o kadar
boldu ki, Galatasaray Lisesinde okuyan yatılı öğrencilerin “bugün yine
kalkan balığı verdiler” diye şikayet ettikleri bilinir. Ünlü coğrafyacı Strabon (MÖ65-
MS23)Haliç’te elle tutulan palamutlardan bahseder. 17. yüzyılda balıkhaneye
100 çeşit; 20. yüzyılın basında 80 çeşit balık giriği kayıtlıdır. Palamutun tavası,
ızgarası, kağıt kebabı, tepside, kiremitte; fırın kebabı, yahnisi, haşlaması,
köftesi, turşusu, lakerdası ve fümesi yapılırdı. Midyeden ise,
kızartması, dolması, pilakisi, salması yapılırdı. Hristiyanların ise
en önemli günlük gıdası balıktır. Kabuklu deniz hayvanları özellikle perhiz dönemlerinde
tüketilir. Yahudiler, kabuklu deniz hayvanlarından uzak duruyorlar
ve balıkları değişik yöntemlerle pişiriyorlardı. Ekşili balık, erikli gelincik
balığı gibi..Müslümanların Fatih’in mutfak defterlerinde tatlısu,
Terkos gölünden getirilen balıkları yedikleri yazılıdır. Rumlar,
İstiridye, tarak, karides, lakerda, çiroz, tarma, midye yerken bu yiyecekler ve
çirkin balıklar Müslümanların mutfaklarına girmemiştir.
Çok kültürlü İstanbul mutfağı yazdıklarımla sınırlı değil, ancak benim
yerim bu kadarla sınırlı...
Yazarın diğer yazıları www.ayfertuzcuunsal.com ve https://www.facebook.com/AyferTuzcuUnsal adreslerinde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder