Füsun Sayek Festivali olarak düzenlenen Arsuzdaki Ağustos etkinliği bu sene 8. senesini dürdürüyor. Tüm Ağustos ayı boyunca devam edecek etkinlikler içerisinde çeşitli konserler, panel, konferans, kermes ve klasik müzik dinletileri var.
8 Ağustos Cuma günü Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Bilim dalından Prof. Dr. Mete Gülmen “Kadına Yönelik Şiddet” konusunda konuşma yaptı.
Konuşmadan önce, Festival Komitesi Başkanı Prof. Dr. İskender Sayek, konuya kısa bir giriş yapıp, kendi araştırmalarını izleyenlerle paylaştı. Kadına yönelik şiddetin evrensel bir sorun olduğunu söyleyen Sayek: “Özellikle neo liberal ekonominin yarattığı sıkıntılar kadınlar üzerinde çok farklı şiddetin uygulanmasına sebeb oluyor. Kadılar değişik biçimlerde şiddete uğruyor. Eğitimden yoksun bırakılıyorlar. Eve mahkum ediliyorlar. Ekonomik faaliyetleri kısıtlanıyor, çalışma hayatında haksızlık yapılıyor. Aile içi şiddet sık sık rastlanan bir konu, cinsel şiddet sık rastlanan bir konu. Ve bu gerçekten azımsanmayacak evrensel olarak görülen bir problemdir. Almanya’da bir istatistiğe rastladım. Her dört kadından birisi şiddet görüyor. Yani olay sadece eğitimle ilgili değil. Bugün en eğitimli toplumlarda bile kadına şiddet, gerçekten en önemli sorun. Psikolojik şiddete uğrama oranı %42. Çok önemli bir rakam. Türkiye’ye baktığımız zaman iki istatistiğe rastladım: Türk Üniversiteli Kadınlar Derneğinin yaptığı bir çalışmada altı ayda 26 bin kadının şiddete uğradığı belirtiliyor Türkiye’de. Ve aynı dönemde kadın cinayetlerinin oldukça fazla olduğu, 3 ay içerisinde 160 kadının bir şekilde öldürüldüğü söyleniyor. Başbakanlık kadının statüsü genel mdürlüğünün yaptığı bir çalışma var, 51 şehirde… Resmi rakamlar bunlar… 12795 kadınla yapılan görüşmeler sonrası verilen rakamlar Türkiye için gerçekten ürtütücü. Bu çalışmada şöyle deniliyor: eşi, eski eşi, ya da erkek arkadaşı tarafından fiziksel ya da cinsel şiddete uğrama oranı kadınlarda %41. İki kadından birisinin duygusal şiddete uğradığı söyleniyor. Yani %50 kadın duygusal şiddete uğruyor. Cinsel şiddet %15 oranında. 10 kadından dördü de aile içi şiddete uğruyor. Bence bizim için daha önemlisi aile içi şiddetin olması.Yine üzülerek izlediğim yine bu gurubun yani şiddete uğrayan bu kadınların %92 si hiçbir yere başvurmamış. Yani kadınların kendi haklarını arama gibi bir eylemleri yok. Ve tabii son dönemlerde özellikle tore cinayetlerinin ülkemizde çok yaygınlaşması kadına yönelik ayrı bir sorun ve bir problem. Bu çalışmada ortalama rakam olarak %34 ünde fiziksel şiddet olduğu, %53 ünde de sözel şiddet olduğu biliniyor. Bu problemleri tartışmak üzere değerli hocamız, Çukurova Üniversitesi Adli Tıp Anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Gülmen bizlere önderlik edecek.
PROF. DR. METE GÜLMEN: “İnsan hakları, kadın hakları daha yeni yeni tartışılıyor”.
Kadın hakları diye hep söz ediliyor. Kadın hakları, kadın hakları deyince bir de direnç oluşuyor. Kadın hakları derken insan hakarını kastediyorum. Çok öz ve özet olarak tarihsel persfektiften günümüze kadar uzanmak istiyorum. Hep sanki çok uzun zamandır bunlar tartışılıyor da, sonuç almakta gecikmişiz gibi söyleniyor. Böyle birşey yok! Kadına yönelik şiddet ya da kadın haklarıyla ilgili kavramlar sadece ülkemiz için değil, dünya içinde yeni kavramlar. Aslında zaten insanla ilgili kavramlar son derece yeni kavramlar…
Ana başlıklar: 1215 Magna Carta belgesinin ilk insan haklarına dayalı belge olduğu söylenir. Amerika Birleşik Devletlerinin bağımsızlık bildirgesinin de yine aynı şekilde insan hakları belgesi olduğu belirtilmekte. 1789 da Fransız devrimiyle ilk kez, özgürlük, eşitlik, kardeşlik kavramı dile getirilmiş ve bu devrim sırasında yayınlanan insan hakları bildirisi ile insanlar insan haklarını çok daha yakından farketmeye başladılar. İkinci dünya savaşı sonunda bilim hak ve özgürlükleri gelişti ve güvenceler altına alınmaya başladı. Ve 1948 yılında insan hakları evrensel bildirgesi yayınlandı. Bu bildirge bugün bizim kadına yönelik şiddet, ya da kadın hakları dediğimiz zaman bu haklar bağlamındaki insan haklarının temelini oluşturduğu için çok önemli. Her türlü hakkımız bu bildirge ile tanınır hale getiriliyor. Tanımlanan haklar; yaşama, özgürlük, kişi güvenliği, keyfi tutuklamaların engellenmesi, hapiste sürgünlerden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı, gibi, düşünce, vicdan, din, toplanma, örgütlenme gibi temel haklar tanımlanmaktadır. Bu son derece de önemli… Biz, önce insan haklarını doğru anlayıp, özümsemeliyiz ki kadın haklarını da doğru anlayıp, özümsüyelim ve kadın haklarını da insan hakları bağlamında betimleyelim. İnsan hakları içerisinde; sosyal güvenlik, eğitim, toplumsal kültür, gibi pekçok haklar yeralmakta ancak bilimsel ilerlemenin haklarından yararlanma hakkı ise, bu bildiriye yeni eklenen bir unsurdur. Yine insan hakları evrensel bildirgesine göre bütün insanlar hür, haysiyet ve diğer haklar bakımınan eşit doğmaktalar. Dolayısiyle akıl ve vicdana sahiptirler. Birbirlerine karşı kardeşlik zihniyetiyle hareket etmelidirler.
Siyasi Kadın Haklarına yönelik Birleşmiş Milletler bildirgesi 1952’de yayınlandı, buna çok önem vermeliyiz. Bizde ise Atatürk tarafından bu hakların çok daha önce verildiğini hep önde tutmakta yarar var. Yine aynı şekilde daha çocuk haklarının konuşulmadığı dönemde biz çocuklar için hak tanıdık ve onlara evrensel sayılabileek bir gün tanımladık. Demek istediğim, Kadın ve Çocuk hakları Türkiye Cumhuriyetinde Dünya genelinden çok daha önce gündeme getirildiği halde, maalesef uygulama öyle olmadı.
Prof. Gülmen’in bilimsel verilere dayanan güzel konuşmasını yazmaya devam edeceğim.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/ adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder