Elimde bir kadeh, içinde çok az şarap var, zira araba kullanacağım. Şarabı sadece kokluyorum zaten, içmiyorum! Kikir kikir, kıkır, kıkır Aysun’la şimdi hatırlamadığım bir konuda derin bir sohbete dalmışız... Telefonum çalıyor, ekranda sevgili kocamın ismini görüyorum. Telefonu açıyorum ve keyfimi yansıtacak şekilde sıcacık bir “alooo” seslendiriyorum. Ama karşılığında endişeli ve kısa bir “alo” cevabı alıyorum. Birşey olmuş olmalı, sesi çok kötü... Son derece üzgün... “Az önce Gaziantep Şahinbey Tapu dairesinden telefon ettiler, bana ait arsa sahte evrakla iki kere satılmış!” diyor. Kulaklarıma inanamıyorum, doğru olabilir mi?
Çok kısa süre içerisinde olayın gerçek olduğunu ve detaylarını öğreniyoruz. Birisi, eşimin nüfus cüzdanını taklit etmiş. Kuşadasındaki bir noterden, eşimin sahte kimliğini kullanarak vekalet vermiş. -O gün, noter yerinde yok, katibi vekalet ediyor. Ve video kayıtlarında görüldüğüne göre, önce noter katibi nüfus cüzdanını kabul etmiyor, şahıslar dışarı çıkıyor. Sonra ne oluyorsa, şahıslar tekrar içeri girip, vekaletnameyi düzenletiyorlar-. Vekaleti alan şahıs, Gaziantep’e gelip, eşime ait arsayı vekalatname ile komik bir fiyata satıyor. –Nasıl bir tesadüfse o gün, Şahinbey Tapu Müdürü de yok makamında, müdür yardımcısı vekalet ediyor.- Satış, sahte nüfus cüzdanı ile alınan vekaletname ile gerçekleşiyor. Aradan bir hafta geçiyor. Arsayı alan şahıs, yeniden bir başkasına satıyor. Yeni satıştan bir iki gün sonra, eşimin verdiği satış ilanı elinde bir adam geliyor tapu dairesine: “Satlık bir arsa var, onun durumuna bakmak istiyorum” diyor. Tapu müdürü arsaya bakıp, “bu arsa hem de iki kere satılmış” diyor. İlanı getiren adam: “arsa sahibi satsa, satış ilanı vermeye devam eder mi?” diyor. Tapu müdürü, evrakları dikkatlice inceleyince satışın en baştan beri sahte evraklarla yapıldığını anlıyor ve eşime telefon ettiriyor.
Ve bizim için özellikle eşimin çok endişe ile yaşadığı mahkeme süreci başlıyor. –Bu arada eşim, hiç gecikmeden, endişe hastalığı olarak da bilinen Hoşimato hastalığına yakalanıyor- Biz, elimizde ne var ne yok satıp, mahkeme harcı, avukat ücreti, vb gibi masrafları karşılıyoruz. Aslında Devlet, mağduriyetten dolayı mahkeme harcı konusunda anlayış gösteriyor. Ama, mahkeme süresi çok uzayacağı için, elimizdekileri satıp, mahkeme masraflarını yatırmayı yeğliyoruz. Eşim duruşmaları izlemek için her seferinde Gaziantep’e gidiyor. O da ayrı masraf tabii!
Bu arada Avukatımız Yılmaz Demirdelen sürekli özellikle de eşime moral veriyor: “Hocam, bu kadar endişe etmeyin, Adalet tecelli edecek, meraklanmayın”. Tamam da, o kadar kolay mı? Bu arada ben etrafımdaki Antepli arkadaşlarımdan neler neler duyuyorum... O kadar çok sahtecilik olayı var ki, şaşırıp kalıyorum. Hisseli bir arsanın satılabilmesi için çıkarılan sahte mahkeme kararından tutun, tapudan dışarı çıkarılan dosyadaki fotoğraflarının değiştirilmesine kadar... Şaka değil, mal sahibinin dosyasındaki fotoğrafları söküp, sahtecinin fotoğraflarını yapıştırmışlar. Arsayı satmışlar sonra dosyadaki sahtecinin fotoğraflarını çıkarıp, ilk sahibinin fotoğraflarını yeniden yapıştırmışlar. Sahtecilik konusunda insanı dehşete düşürecek kadar çok hikaye var, yazsanız kitap olur.
Yılmaz Bey’le karar kesinleştikten sonra teypli bir röportaj yaptım, özellikle tapuda yapılan sahtecilikler hakkında. Baştan, konuya şöyle bir giriş yaptı: “Vatandaş devlet şeklinde örgütlenmeye karar verdiği zaman bir takım haklarını, hukuğunu devlete teslim ediyor. Diyor ki bu hakları bizim adımıza siz kullanın. Örneğin güvenliğimizi, adaletimizi, sağlık hizmetlerimizi siz temin edin. Sonucunda vatandaş hukukla, güvenlikle ilgili bir problem yaşarsa çözümünü devletten beklemesi en doğal hakkı. Sen kendi güvenliğini sağlamak için silahını beline takmaktan vazgeçmiş, güvenliği ve diğer hizmetleri yerine getirsin diye vergi, yani para veriyorsan, bu yapının bu işi doğru ve düzgün yapması lazım. Ancak, maalesef bunlar her zaman böyle olmuyor. Her türlü sahteciliğe devletin yetişme imkanı olmayabiliyor. Nitekim Mazhar Hoca’nın örneğinde olduğu gibi...”
Yılmaz Bey, bir hukuk adamı olarak, olaya bir de öteki yüzünden bakıyor. Yani, sahtekardan çalınmış malı alan insanların iyi niyetli olabileceklerini de gözönünde bulunduruyor. Nihayetinde çalıntı malı alanlar, malı tapu dairesinde yaptıkları işlemlerle alıyorlar, herkes gibi... Yani, işlemleri yapıp, tapusunu alıyor, tapunun sahtekarlıkla bir başkasına geçtiğini bilmeyebilirler...
Gelelim, sahtekarlık yapanların cezalandırılma durumlarına... İşte burası çok vahim! En başta, çalınmış arsaya eşim tarafından ihtiyati tedbir konunca ortaya aniden bir savcı çıkıyor ve tapu müdürüne: “ben gelinceye kadar işlem yapmayın” mealinde bir şey söylüyor. Yılmaz Bey, delillerin karartılıp, olayın karşı tarafın lehine değiştirilebileceğini göz önüne alarak itiraz ediyor. Bu savcı hakkında daha önceden de şikayet olduğu için dava bu savcıdan alınıp, başkasına veriliyor. Birinci badire böylece atlatılıyor.
Peki, sahtekarlığı yapanlar hapiste mi? Hayır, hepsi serbest! Piyonlar ilk başta hapisteler di onlar da çıktı. Piyonları kullananlar ise ortada yoklar ve galiba aranmıyorlar da!
Bu kadar sıkıntıdan sonra dava iyi neticelendi, eşim arsayı tekrar üzerine aldı. Ama, oldukça büyük, kapsamlı ve organize bir çete olduğunu düşündüğüm arsa sahtecileri acaba ortaya çıkacaklar mı? Ceza görecekler mi? Çok emin değilim...
Halbuki onlar, bizim hayatımızdan 2,5 sene çaldılar. Elimizde ne var ne yok hepsini kaybetmemize neden oldular. Üstelik eşim ömrünün sonuna kadar taşıyacağı bir hastalığa yakalandı. Ben ise, hanemize tecavüz edilmiş gibi hissettim... Birileri evimize girdi ve istemimiz dışında bize kötülük yaptı, üstelik de henüz ceza görmedi
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder