Geçen gün Lions arkadaşım Diana telefon etti. “Ben, bir kaza sonucu ayağımın liflerini incittim. Cumartesi günü için bir geziye yazılmıştım, Haliç’i gezecektim. Bu durumda gidemeyeceğim, sen gider misin?” Evet, evet, hem de koşarak giderim. Önce, diş hekimindeki randevumu iptal ettim, sonra tur acentasının hesabına para yatırdım ve sabırsızlıkla Cumartesi gününü bekledim.
Fest turizm acentası özellikle kültür turlarında çok isim yapmış bir kuruluş. Gerek, İstanbul, gerek yurtiçi ve yurtdışına yaptıkları turlara gidenler büyük sitayişle bahsediyorlar acentadan. Nitekim Diana da, iki ay öncesinden yazılmış Haliç turuna. Yani anlayacağınız insanlar sıraya giriyor, turlara katılabilmek için...
Rehberimiz, Deniz Yalav’dı. Haliç’in Cibali, Fener ve Balat kısımlarını gezdik. Aya Kapı, Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi, Gül Camisi, Kantemir Evi, Fener Meryem Ana Rum Ortodoks Kilisesi, Fener Rum Lisesi, Patrikhane ve Aya Yorgi Kilisesi, Sveti Stefan (Bulgar Ortokoks Kilisesi-restorasyonda), Balat İoannis Prodromos Kilisesi (Tur-u Sina Manastırı), Balat, Surp Hıreşdagabed Ermeni Kilisesi, Ferruh Kethüda Camisi, Ayvansaray, Vlaherna Ayazma ve Kilisesi, İvaz Efendi Camisi ve Yahudi, Rum ve Ermeni yapıları, surlar, sivil mimarlık örnekleri, sokak dokularını görme ve tanıma imkanına kavuştuk.
İlk durak Cibali kapısı... Ben, geziye buradan katıldığım için hemen bir kulaklık, kulaklık alıcısı ve fevkalade hazırlanmış bir broşür verildi elime. Özellikle kulaklığa bayıldım. Rehberi duymak için, onun hemen yanına gitmeye gerek yoktu, 10 metre mesafeden onu takip ediyor ve anlattıklarını çok rahat duyuyordum. Bütün gün, kulaklık alıcısını kullandım. Günün sonuna doğru pili bitti. Geziye logistik destek veren Serhan Bey, anında değiştirdi alıcıyı ve kaldığım yerden devam ettim.
Önce şunu yazayım. Haliç’ten sık sık geçtiğimiz söylenebilir. Zira, E-5 yolunu Eminönü’ne, Taksim’e bağlayan yol Haliç kıyısından geçer. Kıyı yolunu bugüne kavuşturan, Sanayi binalarını buradan kaldıran Bedrettin Dalan. Ancak, Dalan maalesef tarihi dokunun bir kısmını da katletmiş. Mesela, taa Osmanlı devrinden kalan İtalyan Sefaret binası burada imiş, hiç acımadan yıkmışlar binayı. Bunun gibi, başka önemli binalar da var yıkılanlar arasında...
Evet, Haliç kıyılarından geçerken aslında oranın dokusunu tanıyamıyoruz, hatta hiçbir şey anlayamıyoruz denebilir. Haliç’in semtlerini tanımak için arka sokaklarda yayan yürümek gerekiyor. Biz de öyle yaptık. Cibali kapıdan başladık... Eendim, Cibali, kapının yanında yazdığına göre, isim, Bursalı Cebr Ali Bey’den geliyormuş. Fetih sırasında kapalı olan bu kapıyı açtırmış ve içeri girmiş. Bir efsaneye göre, Haliç’i at kılından yapılmış cübbelerin yanyana serilmesi sonucu yürüyerek geçmiş. At kılından yapılan örgü, suya batmıyormuş filan... Böyle heybetli gelince, kapıyı açtırması efsane olmuş ve ahali o kapıya “Cibali kapı” demiş. Hemen yanında da ünlü Cibali Karakolu var, bugün ev olarak kullanılıyor.
Gerek Cibali, gerek Fener, gerek Balat semtlerinde sokak dokuları olağanüstü güzel. Belli, dönemin kültürünü yansıtan çok hoş evler var, bugün yıkık dökük duran. Aynı Süleymaniye semti gibi, Avrupa Birliği buraya da para vermiş, evlerin restore edilmesi için. Ancak, aynı hikaye... Paracıklar ayakkabı kutularına girerken, evler de kaderlerine terk edilmiş. Derken bir de, “kentsel dönüşüm” projesi gelmiş, insanlar evlerini terk etmek istememişler, iyi de etmişler! Belediye oraya alel acele bir kentsel dönüşüm projesi kondurmuş, neyseki mahkeme durdurmuş, o şekilde de kalmış.
Evet, Fener’e doğru yolumuza devam ederken karşımıza Dimitri Kantemir’in evi çıkıyor. Kantemir, 18. Yüzyıl Eflak voyvodalarından, 7-8 yabancı dil bilen, zengin, kültürlü bir kişi. Dimitri Kantemir, Klasik Türk müziği üzerine en eski kitaplardan birini yazmış ve 300’den fazla şarkıyı notalarıyla birlikte kağıda geçirerek günümüze gelmelerini sağlamış bir kişilik aynı zamanda.
Fener’de beni çok etkileyen yapılardan birisi de Fener Rum Lisesi oldu. Mevcut bina, Atatürk’ün doğduğu yıl yapılmış olsa da, aynı yerde Bizans’tan beri bir eğitim kuruluşu olduğu biliniyor. Mimarı, Dimadis olan yapı, biraz Endülüs, biraz da Bizans karışımı imiş. Fener Rum Lisesinde bugü 50-60 civarında öğrenci bulunuyor. Burada okumak için, anne veya babadan birinin mutlaka Rum olması gerekiyormuş. Ancak, hemen belirteyim, eğitim Laik olarak yapılıyor.
Aya Nikola Rum Kilisesi de çok ilginç. Aya Nikola, denizcilerin, balıkçıların piri imiş. O nedenle kilisenin girişindeki avize gemi şeklinde... Tabii, unutmamak gerekir ki, Haliç, doğal bir liman olduğu için yakın tarihlere kadar, denizden gelen ve giden tüm gemilere ev sahipliği yapmıştı. O nedenle, hemen Haliç’in kıyısında denizcilerin piri olan birisinin kilisesi olması çok doğal. Ben, hatırlayamadığım bir yerde okumuştum, eskiden bölgede çok da peksimet fırını varmış. Malum, denizcilerin ekmeği peksimet, o şartlar da çok önemli bir yiyecek...
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder