Facebook’ta bir sayfa açmanın ne faydası olacak, diye düşünürseniz sizi hiç ayıplamam... Hatta, sayıları 200’ü bulan arkadaşlarımdan bazılarının sayfalarına koydukları ırkçı veya benim insanlık anlayışıma ters gelen bildirimleri yüzünden zaman zaman da kapamayı bile düşündüm. Sonra Özlemaki ile tanıştım, bana: “hesabınızı kapamayın, kafanızı bozanları arkadaşlıktan atın. Ben, Gezi olaylarından sonra 70 kişiyi arkadaşlıktan attım” dedi. Kafama yattı, evet ben de asab bozucu her bildirimi gördüğümde o kişiyi arkadaşlıktan atacağım.
Gelelim Facebook’un nimetlerine... Çok faydalı! Size ulaşmak isteyen eski arkadaş veya dostlarınız sizi rahatça buluyor internet ortamında... Bana da oldukça sık, insanlar ulaşıyor... Hoşlandıklarımı, hatırladıklarımı alıyorum, diğerleri dışarda kalıyor! Kilisli Avukat Ahmet Çolakoğlu ile Facebook aracılığı ile buluştum. Ahmet Bey, benden 10 yaş küçük... Onlara İngilizce dersi vermişim, katiyen hatırlamıyorum! Tabii, hatırladıklarım var... O zaman adı KUSGET olan Küçük Sanayi Geliştirme Merkezinde bir kurs açmıştık. Ben de epey bir süre oraya gelen meslek sahibi insanlara ders vermiştim. Onlardan birisi Emin Kılıç Kale’nin de öğrencisi olan Mehmet Tekerlek’ti ve bize orman haftası nedeni ile “ağaç sevgisi” hakkında muhteşem bir konuşma yapmıştı. Sınıfa, Mehmet Bey’in söylevinde geçen bazı kelime ve cümlelerin İngilizcesini de öğrettiğimi hatırlıyorum.
Ahmet Çolakoğlu’na ise, Maarifdeki Güllüoğlu dükkanının üzerinde, Enver Bey tarafından açılan dershanede İngilizce dersi vermişim... O zaman binanın ismi: Baklava Palas’dı... Minnacık odaları vardı. Ben de oraya Türkçe klavye daktilo öğrenmek için yazılmıştım. -Kursu başarı ile bitirdikten sonra, hayatım boyunca İngilizce klavye ile Türkçe klavyeyi birbirine karıştırmadan kullandım. Ancak şimdi, kullandığımız diz üstü bilgisayarların çoğunun tuhaf klavyelerinde yazı yazıyoruz. Ben yine kendimi adapte ettim, on parmak yazıyorum!- Evet, meğer daktilo kursunu bitirince Enver Bey beni İngilizce hocalığına transfer etmiş, unutmuşum. Ahmet Bey hatırlattı.
Eşim, kızkardeşleri ve yeğeni bayram tatili nedeniyle Bodrum’da buluştular. Ben de fırsattan istifade Bodrum’da oturan Ahmet Bey’e telefon ettim. Bir akşam, oldukça dar sayılabilecek bir vakitte buluştuk. Ama ne sohbet oldu... Sanki birbirimizi 40 yıldır tanıyoruz. Hele, kendisini Özlemaki, “Özlemcik” olarak tanıtan Girit göçmeni Özlem Hanım, tam ruh ikizim gibi... Özlem Hanım’ın büyükdedeleri Girit’ten göçmüş, kendisi de, “ben kimim, nereden geldim, neler yedik?” sorularına fazlaca kafa takıp, sonunda Yunanca öğrenmiş! Yunancayı o kadar iyi konuşuyor ki, yemek konferanslarına filan katılıyor, sık sık gittiği için de Yunanistan telefonu bile var... Özlemaki ile birkaç Yunanistan seyahati farz oldu... Yalnız, seyahate gitmeden, onun veya benim mutfağımda en az bir kere beraber yaptığımız yemekler pişecek...
Bodrum’dan bir günlüğüne Kos adasına gittik. Zaten, Ege kıyılarında artık Yunan adalarına gitmek, pek sıradan bir olay... Farklı Deniz otobüsü gemileriyle gerçekleşen seyahat pek de eğlenceli... Vize almak için, en az üç gün önceden biletinizi aldığınız gemi firmasına müracaat ediyorsunuz. Sizden pasaportunuzun fotokopisini ve aklımda kalmayan birkaç belge daha istiyorlar. Onları Yunanistan Elçiliğine gönderiyorlar. Pasaportunuz sizde duruyor, vize verildiğinde cep telefonunuza mesaj geliyor. Türkiye’den normal çıkış yapıyorsunuz, Yunanistan’a gelince, gemi firmasından bir yetkili sizi alıp vize bürosuna götürüyor. Bir, bir buçuk saatlik bir bekleme sonucu 15 günlük Şengen vizesi alıyorsunuz. Bekleme süresinin vize alacakların sayısı ile doğru orantılı olduğunu yazmaya bilmem gerek var mı?
Kos, Bodrum’a bir saat deniz otobüsü mesafesinde, Yunanistan karasının Güneydoğusunda yer alıyor Bodrum’a o kadar yakın ki, cep telefonu bile Türk operatörle çalışıyor. Turizm broşürlerinde yazılanlara göre Tıb biliminin babası sayılan Hipokrat burada M.Ö. 460 da doğmuş. O zamanlar burada bir de tıp okulu açılmış zamanında. Ayrıca Romalı Doktor Gallino Kos adasını “en mutedil havalı yer” ilan etmiş.
Kos, çok büyük bir ada olmadığı için, limandan içeri doğru yürüdüğünüzde direkt Kos merkezinde buluyorsunuz kendinizi. Gayet hoş lokanta ve dükkanlar arasından yürüyüp, adanın daha sakin bir ucuna geliyorsunuz. Eşim, “en iyi lokanta” için internete baktı. Orada verilen adresi yürüyerek ve sorarak bulduk. Ancak, Lokanta kapalı idi, meğer Pazartesi günleri kapalıymış, internette yazmıyordu. Rastgele biraz daha yürüdük ve çok kalabalık bir lokantaya oturduk. Garsonlar, sahibi herkes bizimle Türkçe konuşuyor. Meğer Kos adasında 500 kadar Osmanlıdan kalma Türk yaşıyormuş, lokanta da onlara aitmiş. İsmi Caravelle Restaurant olan Lokantanın sahibi Fatma Hanım... Muhteşem bir işletmeci, çok da hoş bir kadın...
Zaten, deniz ürünleri yemeyi kafama koymuştum, fikrimi uyguladım, iyi de ettim. Masamıza getirdiği ahtapot, kalamar, salata, rakı, karides, demir tavada kızartılmış Hellim peyniri ve hatırlayamadığım deniz ürünleri pek nefisti. Ahtapot, resmen deniz kokuyordu ve çok lezzetliydi. Kalamar, çok ince bir tabaka un giydirilerek kızartılmış yanına da müthiş bir tarator sos konmuştu. Tarator mu daha iyi idi, yoksa kalamar mı karar veremeden, ikisini buluşturup yedim ve müthiş zevk aldım. Salatanın malzemeleri çok taze ve lezzetliydi. Daha sonra araştırdığımda, Kos adasının batı yakasının kalınlığı 30 santimi bulan volkanik kül tabakasıyla kaplı olduğu için, muhteşem sebze ve meyveler yetiştiğini öğrendim.
Karides, tereyağığla yapılmıştı. Kendime senede bir kez, karides yeme hakkı verdiğim için, hiç çekinmeden bu hakkı Fatma Hanım’ın nefis karidesi ile kullandım. Bütün bu yiyecekleri o kadar iştah ve sevgi ile yedik ki, balığa yer kalmadı! Halbuki pek sevdiğim, oldukça iri Barbunyalar görmüştüm... Onları da tatmak için tekrar gitmeyi değer!
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder