14 Temmuz 2013 Pazar
Alzheimer hastasına nasıl bakılır ?
Hatay Keşif Dergisi 6 seneden beri yayınlanan, sadece Antakya ilini anlatan pek güzel bir dergi. Derginin sahibi Erol İğde, grafiker, matbaacı ve de Hataylı olduğu için yıllardan beri büyük bir aşkla bu dergiyi çıkarıyor.
Daha ziyade gönüllülük esasına dayanan, Antakya ilini sevme temalı bir yayın üslubu var. Zaman zaman bana da göndermek lütfunda bulunurlar, keyifle okurum. Hatay’ın köyleri, yetiştirdiği ürünler, kutladığı etnik kökenli bayramlar, tarih, coğrafya ve daha bir dolu bilgi alırım bu dergiden. Erol Bey’le de aram pek iyidir, arasıra görüşürüz, bana dergiyi çıkarmasına yardımcı olan arkadaşlarını tanıştırır.
Sözün özü, bugün yazıma konu edeceğim Vasi Köse ile Erol Bey vasıtası ile tanıştığımdır. Vasi Bey, aslen Elazığ, Palu ilçesinden… Tesadüf rüzgarı onu, edebiyat öğretmeni olan eşinin görev yeri olması nedeni ile Kırıkhan’a sürüklemiş… Aslen Deniz’lili olan rahmetli eşi Nuriye Hanım’la Palu’lu Vasi Köse, Kırıkhan’a yerleşip pek de mutlu olmuşlar orada…
Vasi Bey’in babası din görevlisi olduğu için Türkiye’nin Gaziantep’te dahil pek çok yerini gezmişler. 1950 doğumlu Vasi Köse, 1960 lı yıllarda Antep’te Nakıp Ali ve Baydar sinemalarının önünde çocuklara Tommiks ve Teksas kitapları okutarak para bile kazanmış! Kazandığı paralarla kendine Türk romanları satın almış. İşte onlardan birisi, Yakup Kadri’nin “Yaban” romanını öğretmeni 5. Sınıfta kendisine okuma ödevi vermiş. Okulun ilk açıldığı gün de tahtaya kaldırıp, tam bir saat sure ile romanı anlattırmış. Vasi Köse, romanı o kadar güzel anlatmış ki, onca çocuk büyük bir merak ve sessizlik içerisinde anlattıklarını sonuna kadar dinlemişler. Vasi Bey, bu yoğun ilgi ve beğeni bakışlarından pek mutlu olduğu için, o gün gazeteci olmaya karar vermiş. Liseyi bitirince Ankara Basın ve Yayın Yüksek Okulu’na gitmiş. Ancak, eşi ile tanışması ve Kırıkhan’a yerleşmesi okulu takip eden yakın yıllarda olduğu için Yüksek Okulu bitirememiş. Ama, gazeteci olmuş tabii. Senelerce Kırıkhan’da gazete çıkarmış, her türlü gazete, dergi ve televizyonun muhabirliğini yapmış ve Kırıkhan’ın tarihini, yemeklerini, Halk ozanlarını, Amanos dağlarını inceleyen bir dolu araştırmaya da imza atmış.
Gelelim sadede! Neden köşeme Vasi Bey’i konuk ettim? Yukarda hayatını biraz anlattım… Yoğun çalışan, hayatı seven, öğrenmeye doymayan bir insan Vasi Bey… Ama bütün bunlardan daha önemlisi, Alzheimer olan karısı Nuriye Hanım’a tam 13 sene boyunca büyük bir sevgi ile bakması… İki kızları varmış, Nuriye Hanım’la Vasi Bey’in; birisi Amerika’da, diğeri Hataydaymış. Hatay’da olan evliymiş, her ikisi de çalışıyormuş. Yani, kısaca kızlarının bakması mümkün değil, ayrıca günün koşulları da öyle… Vasi Bey’in zaten böyle bir beklentisi de yok. Önce, hastaya gündüz bakabilecek bir bakıcı bulmuş. Akşam, kendisi eve geldiğinde nöbeti devralmış. Sabahtan bakıcı tekrar geldiğinde Vasi Bey iki saat uyuyarak tam 13 sene eşine göz kulak olmuş. Bu arada yazmayı unuttum, Vasi Bey’in karısı Alzheimer olmasının yanı sıra yatalak da… Yani, bakımı daha da zor. Unutmamak gerek ki, hastaya bakmak, sadece ona iyi davranmak, ilaçlarını vaktinde vermek, gıdasına dikkat etmek, temizlik ve hijyene önem vermek değil… Bir tarafdan da sürekli araştırıyorsunuz… Hangi vitaminleri vermek gerek, ne yedirmeli; ne yedirmemeli; hangi doktora götürmeli, nasıl davranmalı ve daha bir dolu detay… Detay deyip geçmeyin! Vasi Bey, hastası yatalak olduğu için, onun sırtında yara açılmasın diye, yatak çarşaflarını özel bir deterjanla yıkıyordu örneğin…
Bu yazıyı yazmak için Vasi Bey’le uzuuuun bir telefon görüşmesi yaptım. Bana, o kadar çok bilgi verdi ki yazmaya yetişemedim! Hastasına meyve yedirirken, şeker oranını mutlaka gözönünde bulunduruyormuş. Beyaz üzümün şekeri çok fazla, siyah üzümün şekeri daha azmış. Hastasına beyaz üzüm verdiği zaman şekeri yükseliyormuş, siyah üzüm yedirdiğinde şeker seviyesi normalde duruyormuş. Bu konuşmayı yaptıktan sonra düşündüm, gerçekten beyaz üzümün şeker oranı daha yüksek… Geçen sene bahçemde yetişen beyaz üzümleri kapış kapış yerken, siyah olanlara hiç yüz vermiyorduk!
Zencefil, çay gibi demlenip içildiğinde damarları açıyormuş, insan çok rahatlıyormuş. Vasi Bey, senelerce sigara içtiği için, dağda bayırda yürürken, yeteri kadar nefes alamayıp kesilirmiş. Hem sigarayı bırakmış, hem de zencefile devam edip, açmış ciğerlerini… Şimdi, eski haline döndüğünü söylüyor.
Sabahları bir tatlı kaşığı, iyi, kaliteli balla karıştırılan çörek otu sindirim sistemini “resetliyor” ve olası bir problemin giderilmesine vesile oluyormuş.
Nuriye Köse, geçtiğimiz Nisan ayında vefat etti. Vasfi Bey, ona tam 13 sene sevgi ile bakarak yaşattı. Daha doğrusu, bu hastalıktan muzdarip olanlara göre, rekor kırdı… Vasi Bey’e bu konuda bir kitap yazmasını öneriyorum. Gerçekten büyük deneyimi var ve çok şey biliyor. Bana konuda uzman doktor isimleri de verdi… Onların hastalığa yaklaşımlarını da söyledi…
Hani derler ya; “hekim hekim değil, başına gelen hekim”… Bu deyimin doğruluğunu ilk kez, Prof. Dr. Erhan Ekinci’den öğrenmiştim. Demişti ki: “Biz, hekim olarak hastayı tedavi etmeye çalışıp, deneyimlerimizle onlara ilaçlar veriyoruz falan... ama hastalığı hastanın kendisi yaşıyor. İlaçların tedavi edip etmediğini hasta biliyor. İşte bu nedenle, aynı hastalığa tutulmuş hastaların bir araya getirilmesini ve deneyimlerini paylaşmalarını çok önemsiyorum. Bence, doktorun yanı sıra, hastanın diğer hastayı tedavi etmesi hiç yabana atılacak bi rşey değil!”
Vasi Bey, lütfen eşiniz ve hastalıkla yaşadığınız 13 yılı anlatan bir kitap yazın! İlaçlar hakkındaki yorumlarınızı, bitki, vitamin konusundaki deneyimlerinizi de ekleyiniz, lütfen… Vitamin haplarını Sosyal Güvenlik sistemimiz karşılamadığı için çektiğiniz sıkıntıları da eklemeyi unutmayın!
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder