Sevgili Babacığım,
Son zamanlarda seni daha fazla düşünür oldum. Daha doğrusu, olaylara nasıl bakmam gerektiğini senin bize gösterdiğin açıdan değerlendirmeye çalışıyorum. Senin bakış açından değerlendirmesini Adana’daki Sevgili dostumuz Fahri Bulut’tan öğrendim. Fahri Abi bir problem yaşadığı zaman, diğer düşüncelerini bir köşeye çekip, “Osman Tuzcu, bu olaya nasıl bakardı?” sorusunu soruyormuş. Bana ifade ettiğine göre, genellikle gerçek çözümü senin bakış açında buluyormuş.
Bir değişim yaşıyoruz... Çok seviniyorum... Zira benim gibi düşünen; benim gibi yaşamak isteyen; dürüst olmanın bir fazilet değil de toplumda yer almak için zaten sahip olunması gereken davranış biçimi olduğunu bilen çok sayıda Türkiye vatandaşı olduğunu görmek beni mutluluğa boğuyor. Aynı şeyleri ben Hrant Dink’in cenazesinde de görmüştüm. Binlerce insan, birbirine son derece saygılı, çevreye duyarlı şekilde yürüdü. Ben, cenazeye metro ile gitmiştim. Metro durağına isabet eden yerde pankartlar taşıyan Kürt gurubun içine girdim. Beklerken bir süre sonra yanıma gelip, “pankart taşımak ister misiniz?” dediler. Gülümseyerek, “Hayır, teşekkür ederim” dedim. Bana pankart vermek isteyen delikanlı da gülümseyerek “Peki” dedi.
Daha sonra yürüyüşe geçtik, bir TV binasının önünden geçerken slogan attı, içinde bulunduğum gurup. Nereden geldiyse, 47 kuşağı olduğunu tahmin ettiğim bir beyefendi geldi: “Gençler, bu bir cenaze törenidir, lütfen” dedi. Slogan atanlardan bazıları beyefendiden özür dilediler. Yürümeye devam ettik ve tören boyunca da tekrar slogan veya taşkın bir hareket olmadı. Yani babacığım şunu söylemek istiyorum: Hrant Dink’in cenazesinde gördüm, benim yaşam tarzımı benimseyen yüzbinler var...
Dün gece, çok kötü olaylar yaşadım. Çaresiz, ama halen gülümseyebilen gözlerle etrafa bakarken, oğlum gözlerimin içine bakıp: “Anne, Osman Dedemi görüyorum” dedi. Sana fiziken benzediğimi defalarca duymuştum. Ama, bunu oğlumun ağzından duymak, beni kendime getirdi galiba. Demek babacığım sen o zor anlarımda yanımdaydın... Demek, senin ruhen de olsa varlığın ortalığı sukünete kavuşturmuştu.
Kanapeye oturdum. Eşim o sırada televizyonu açtı. Taksim’deki olayları izlemeye başladık. Bir taraftan da seni düşünüyorum. Eeee babacığım sen insanların değişmeleri, çağdaşlığa ayak uydurmaları konusunda bize yüzlerce örnek vererek, yaşamın boyunca anlatmıştın zaten. Sen ne kadar ileri görüşlü bir insandın Sevgili babacığım... Küçücük bir kızken, İngilizce bilmemin yanısıra mutlaka yemek pişirmesini de öğrenmem gerektiğini söylerdin. Açıkca yazayım, ben yemek pişirmenin o kadar da önemli olmadığını düşünürdüm küçük aklımla... Şimdi kendime kahkahalarla gülüyorum... İngilizce bilmek ne kadar önemliyse, iyi yemek pişirebilmek de o kadar önemli... Tıpkı müzisyenlik, ressamlık gibi bir sanat dalı... Nitekim “mutfak sanatları” bölümü Güzel Sanatlar Akademisi içerisinde yer alıyor idari olarak. Benim dünyadan haberim yokken, sen bütün bunları 50-60 sene önce gördün babacığım...
Demokrasinin ne demek olduğunu ben senden öğrendim. Tatile gitmeden önce, bütün aileyi toplardın. Derdin ki: “Bakın, şu kadar paramız var. Bu para ile filan yere gidip, 10 gün tatil yapabiliriz. Ama, falanca yer daha güzel, orada 5 gün tatil yapabiliriz, hadi oyunuzu kullanın, çoğunluk ne derse onu yapalım.” Biz, oy kullanırdık ve genellikle daha güzel olan falanca yerde 5 gün tatil yapardık. Benim “Lüks Naciye” olmam işte o yüzden babacığım...
Bana hiç unutamadığım dersi yine sen verdin. Küçüktüm, galiba bahçeye bakmak için bir adam gelmişti. Bana, adama söylemek üzere bazı şeyler söylemiştin. Adama söyledim anlamadı. Ben de günün ilerleyen bir saatinde, sana aktarırken “Adam Kürt mü ne, anlamadı” dedim. O kadar sinirlendin ki, Aman Allahım! Yüzüme, beş parmağının izi çıkacak şekilde esaslı bir tokat attın. Ve: “Bu evde, ırk, din ayrımcılığı yapılmaz, esas olan insandır, sen de bunu öğreneceksin” dedin, ben de öğrendim babacığım.
Ne kadar fedakardın... Orta okulu bitirdiğin yıllarda babanı kaybetmişsin. Ablalarının hepsi evli. Ama evde, annen, kızkardeşin ve ölen ablanın bıraktığı senden yaşça büyük erkek yeğenin var. Yeğeninle konuşmussun, “Ya ben çalışayım seni okutayım. Ya sen çalış beni okut”. Yeğen birinci şıkkı seçtiği için sen gazeteciliğe ilk adım olan Halkevi matbaasına mürettip olarak girmişsin. Ve yeğenini başarı ile okutmuşsun. Bana ilginç gelen, o kadar küçük yaşta tüm bir aile ve yeğenin sorumluluğunu alabilmen ve bunu da en demokrat şekilde yapman.
Abimle geçenlerde konuşurken, “Babam sigara içmeseydi 90-100 yaşardı” dedi. Hiç aklıma gelmemişti... Sen öyle çok sigara içen biri de değildin, üstelik ölmeden 20 sene önce sigarayı da bırakmıştın. Ama, sigaranın verdiği hasar tabi ki yıllar içerisinde yok olmuyor. Sen, onu da bilirdin. Bizim sigara içmeyişimize pek memnun olurdun. İçenlere de sık sık sigara nedeni ile yaşadığın sıkıntıları anlatır, onları bu kötü alışkanlıktan vazgeçirmeye çalışırdın. Ne kadar zarif yapardın bu işi... Birisine mesaj vermek istediğin zaman müthiş bir zerafet içerisinde yapardın onu. Hani şu yaşça büyük insanların, biraz da bilmiş bir eda ile: “o iş öyle olmaz, böyle olmalı” tavırları vardır, sende hiç yoktu o...
Hatırlıyorum, abimi Amerikan Koleji sınavına götürürken diğer ahbaplarının da aynı yaşlardaki çocuklarını da götürmüştün. Biz, Kolej olan birkaç vilayeti dolaşmıştık. Gittiğimiz yerlerde, -o zaman oteller de küçüktü- bir katı tutuyordun, biz de özgürce oynuyorduk. Kendimden büyük, o kadar sayıda erkek çocukla yastık kavgası yapmak, otelin koridorunda çığlıklar atmak, bugün bile çok keyifle hatırladığım anılarımdan bir diğeri. Sen, çocukları bilinçli olarak oynasınlar diye zemin hazırlıyordun babacığım... Yani, kendi çocuğun da dahil, onlara sınav stresini yaşatmamak için elinden geleni yaptın.
Tarsus’a sınava gittiğimizde, bakmışsın, Tarsus Amerikan Koleji 10; Talas Amerikan Koleji 30 yatılı öğrenci alıyor. Hemen karar verip, çocukları Talas’ın sınavına sokmuşsun. Abim ve Rasim kazandılar Talas’ı. Kayıt yaptırmaya gittiğimizde, annem, tepe üzerindeki okulun yüksek duvarlarını görünce, “Amaaaan, benim oğlum çok hareketli bu duvarların üzerine çıkar, oradan da düşer, ben ne yaparım?” diye ağlamaya başlayınca, okulun müdürü: “Osman Bey, yarın lütfen hanımefendiyi yanınızda getirmeyin, insanların aklına yanlış şeyler düşürüyor” demiş. Sen, anneme “Hanım” derdin... “Hanım, Müdüre söz verdim, seni okula götürmeyeceğim, kusura bakma, biz Ayfer’le gidelim” demiş, Müdürün ricasını kırmamıştın...
Babacığım, dolu anı, dolu alınacak ders, dolu demokratik davranış, dolu fedakarlık, dolu sevgi hikayesi anlatabilirim senin hakkında, ama herşey gibi yazıya da son vermek gerek...
Bugünlerde herkes çocuğu ile gurur duyuyor ya, ben de ileri görüşlü, demokrat, dürüst, gerçek erdem sahibi seninle gurur duyuyorum... Ne kadar büyük şans, senin gibi bir adamın kızı olmak...
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder