Fotoğraf çekmesini çok seviyorum. Fotoğraflar yüksek çözünürlü olsun; gazete veya dergide basılırken mahçup olmayayım diye, sık sık 2,5 kilo ağırlığındaki fotoğraf makinamı boynumda taşıyorum. Fotoğraf çektiğimin ertesi gün genellikle sırtım ve boynumdaki kaslar ağrıyor. Ama, yapacak birşey yok... Gülü seven dikenine katlanır!
Fotoğraf çekmenin bir başka yönü de çektiğiniz fotoğrafların o kişinin son fotoğrafı olma olasılığı... İnsan, son fotoğrafları çektiğini bilse, farklı davranır mı bilemiyorum...
Kayınvalidem Nemika Ünsal, Ankara’da oturur. Bakıcısı ile birlikte İstanbul’a bizi ziyarete gelmişti. Burada kaldığı 20 gün süresince pek eğlendik... Gezdik... Bize eskileri anlattı, güldük... Öğrendik, kısacası iyi vakit geçirdik. Aaaa bu arada yemekler de pişirildi, hem de bol miktarda... Sık sık “kızım zahmet ediyorsun, bize basit yemekler yap. Ben, aranızda olduğuma zaten çok memnunum, ne olsa yerim” diyordu. Kayınvalidem de çok güzel yemek yapar, özellikle de su böreğini bir başka döktürür... Israr ettim, “ille de bana su böreğini yapmayı öğretin” diye... Bir gece vakti, saat 19:00 dan sonra ben su böreği yapmasını öğrendim. Anneannemden kalan bakır tepsiyi indirdim. Kayınvalidem, tepsiyi gözüyle şöyle bir ölçtükten sonra bakıcısı Bahar ve bana ne kadar un, ne kadar yumurta ve ne kadar su koymamız gerektiğini söyledi. Bahar, yumurta ile muhteşem bir hamur yoğurdu. 6 yumağa böldü, gayet muntazam açtı. Açılan yufkaları Antakya işi tepirin üzerine koyduk. Sıra geldi haşlamaya. Bereket evde büyük tencerelerim var. Zaten Nemika Annem’de benim kalaylı bakırları pek beğendi ve onları kullandığım için aferin verdi bana! Bir büyük tencerede yufkayı haşladık; diğer tencerede buz gibi su vardı, haşlanmış yufkayı ona da batırdıktan sonra Bahar bir güzel sıktı onları. Daha sonra tepsiye döşedik, ocakta çevire çevire pişirip, nar gibi kızartıp, afiyetle yedik.
Karadeniz kıyısındaki Ünye, bir zamanlar o bölgenin en gelişmiş kenti imiş... Kayınvalidem de Ünye’nin tanınmış ailelerindn birinin torunu... İki aylıkkken babadan öksüz kaldığı için, yaşamı boyunca eğitim hayatı ile Milli Eğitim Müdürü olan dayısı ilgilenmiş. Hatta, zor olur diye, Nemika okulu bitirip hayata atılmadan evlenmemiş bile...
Nemika Ünsal, çok güzel bir kadındı... İlk görev yeri olan, -Karadeniz’i Orta Anadolu’ya bağlayan- Karakuş köyünde kayınpederim Subay, Şükrü Ünsal’la tanışmış, daha sonra evlenmişler. Öğretmen Nemika Hanım ile Subay Şükrü Bey, Güneydoğu Anadolu hariç ülkenin her bir yanını gezmişler. Görev yaptıkları yerlerden birisi de Terkos Gölü yanındaki Balaban Köyü... Balaban Köyü, İstanbul’un suyunu dağıtan İSKİ’nin tesislerinin olduğu önemli bir köy. Köy ahalisinin bir kısmı da halen İSKİ’de çalışıyor veya oradan emekli. Nemika Anne ile Şükrü Baba, Balaban’da derin iz bırakmışlar. İstanbul’a taşındığımızdan beri Balaban Köyünde oturan Zan ailesi ile görüşüyoruz. Zan ailesi aslında Kayınvalidem ve Kayınpederimin ahbabları... Birlikte o kadar çok anıları var ki, yazsam gazete sayfaları dolar... Her ne ise... Kayınvalidem İstanbul’a gelince, güzel bir bahar gününde biz onu Balaban Köyü’ne götürdük... Pek güzel ağırlandık... Köy halkının çoğu “öğretmenimiz gelmiş” diye gelip elini öptüler. Şöyle bir baktım, okuttukları öğrencilerin hepsi adam olmuş. Pek çok sayıda kişi geldiği için şimdi mesleklerini hatırlamıyorum ama, içlerinde deniz altına telefon kablosu döşeyen birisi vardı, bana ilginç bir meslekmiş gibi geldi. Tabii bütün eski öğrencilerin şimdi emekli olduklarını da yazmak zorundayım. Velhasılı kayınvalidem pek mutlu oldu yetişmiş, hala kendisini unutmamış, hatta minnetle anan öğrencilerini görünce. Meğer, bütün bu güzellikler, kahkahalar, anı anlatmalar, eski yıllardan bahsetmeler sonu gelen bir yaşam için hazırlanan veda töreni imiş... Kayınvalidem geçirdiği kalp krizi sonucu aniden vefat etti. Hiç kimseyi üzmeden, kendisi de ızdırap çekmeden, sessiz ve sakin şekilde oturduğu yerde öldü.
Zincirlikuyu mezarlığına daha önce hiç gitmemiştim, çok güzel bir giriş yapmışlar. Her tarafta fıskiyeler, çeşit çeşit çiçekler, cennet gibi... Cenazemizi oradaki gusülhanede bir gece beklettik. Ertesi gün yıkayıp kefinlediler ve Ankara’ya nakledilmek üzere tekrar soğutucuya koydular. Aynı gün akşam vakti, çift şoförlü arkası dört tabut alabilen özel bir cenaze arabası ile biz de eşlik ederek Ankara’ya getirdik. Geceyarısı, Karşıyaka mezarlığındaki soğutucuya koyduk. Ertesi gün öğle namazında da Karşıyaka mezarlığında kayınpederimin yanına defnettik.
Ankara Karşıyaka mezarlığına muhteşem bir cami yapmışlar. Avlu kısmı, çok şık şemsiyelerle güneşe ve yağmura karşı örtülmüş. Cenaze merasimini görebilmeniz için gerekli yerlere ekranlar yerleştirilmiş. Ayrıca, oturacak ahşap banklar da koymuşlar böylece yorgunsanız töreni oturarak da izleyebiliyorsunuz. Türk Eğitim Vakfı’nın orada bir bürosu var, onlar da vefat edenin adını; bağışta bulunanları çelenklerin üzerine yazmışlar. Aynı yerde bir de çay ocağı bulunuyor. Her an taze demlenen çayı, hijyenik koşullarda herhangi bir ücret ödemeden içebiliyorsunuz.
Bizim cenazemizle beraber Karşıyaka mezarlık camiinden 30’za yakın cenaze kalktı. Töreni yöneten imam, önce cenaze namazı kılınacak olan erkeklerin ismini; arkasınan erkek çocukların ismini; daha sonra cenaze namazı kılınacak olan kadınların ve arkasından da kız çocuklarının isimlerini okudu. Cenaze namazının nasıl kılınacağı konusunda bilgi verdi. Hep birlikte namazı kıldık. Annesini, babasını veya çocuğunu kaybetmiş acılı geniş bir toplulukla namaz kılmak bana nedense çok huzur verdi. Daha sonra, üzerinde Nemika Ünsal ve mezarının ada numarası yazılı, içerisinde bir de imam olan araca, tabutunu ve çiçeklerini koyup, kendimiz de binerek mezar yerine gittik. Defin işleminden sonra doğal olarak etrafa baktım. Bizi uzaktan gözetleyen güvenlik görevlilerini o zaman gördüm.
Yakınınızı kaybetmek, kaç yaşında olursa olsun acı veriyor. 89 yaşındaki kayınvalidemi kaybedince gerçekten her ölümün erken olduğunu düşündüm. İşte, bu acılı günlerinizde cenazeyi saygılı şekilde taşımak, nakletmek, cenaze namazını kılmak ve defnetmek hiç de kolay değil. Ayrıca, bürokratik işlerle de uğraşmak zorundasınız. Artık, bir karı-koca-çocuk olan çekirdek aileler var. Yani, sizden başka cenaze ile uğraşacak üçüncü kişi yok. İşte bu durumda mükemmel organize edilmiş olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi devreye girip, cenazenizle ilgilenen üçüncü kişi oluyor. Güleryüzlü, son derece terbiyeli, yardımını esirgemeyen çok sayıda insan size yardımcı oluyor. İlginçtir, etrafa bakarsanız bu insanlar görünmüyorlar da. Cenazemiz yıkanırken, tabutu bir yerden bir yere koymanız gerekti. Eşimle ikimiz davranıp, tuttuk. Bir anda iki üç kişi geldi: “yok hocam, size taşıtmayız biz bu tabutu” dediler. Sahi, o üç kişi nereden çıktı ve daha sonra nereye gittiler, göremedim.
Bu kadar mükemmel hizmetin karşılığında bir ücret de ödemiyorsunuz. Duvarlara kibarca “lütfen ücret ödemeyin. Lütfen ücret teklif etmeyin” diye yazmışlar.
Senelerce öğrenci yetiştiren, çocuklarını, torunlarını okutan, kendisi öğretmenlikten emekli olunca, eğitim kurumlarına burslar veren kayınvalidemi çiçeklerle uğurladım. Işıklar içinde yatsın, mekanı cennet olsun. İstanbul Büyükşehir Belediyesine verdiğim her türlü vergi de helal olsun.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder