İki üç ay önce bir gece vakti telefonum çaldı. Baktım arayan web sitemin yapımcısı. “Hayrola ne oldu?” dedim.
“Ayfer Abla Gaziantepli bir Hanımefendi sizinle görüşmek istiyor, büyük tesadüf eseri benim telefonumu bulmuşlar. Size numarayı vereyim, lütfen hemen arayın, telefonunuzu bekliyor” dedi.
Çevirdim telefonu ve son derece sempatik, sevecen, beni kucaklayan bir sesle karşılaştım. Emire Mazıcı Erek’le böyle tanıştım. Sonra defalarca telefonla konuştuk. Yaşı nedeni ile pek dışarı çıkamadığını, benim onu ziyaretimden büyük memnuniyet duyacağını söyledi. Ben de uygun bir fırsat kollamaya başladım, nihayet dün o fırsatı yakaladım ve Emire Hanım’ı ziyaret ettim.
Kendisini bana tanıtırken “Hani Antep’te büyük bir cinayet işlenmişti ya, ben o ailenin çocuğuyum” dedi. Evet, ben de çocukluğumdan bu tarafa o cinayeti duymuş, ama asla detaylarını veya kim olduklarını öğrenme fırsatı bulamamıştım. Ve işte şimdi, tüm sorularımı yöneltmek için Emire Hanım karşımdaydı.
Önce biraz evinden ve Emire Hanım’dan bahsetmek gerek. Hani derler ya, mutena bir semtte, gayet şirin bir evde oturuyor. Ev, o kadar temiz ve düzenli ki hayran oldum. İlerlemiş yaşına rağmen, temizliği ve düzeni korumayı başarmış. Büfede kendisi tarafından işlenmiş muhteşem nakışlar var. Yatak odasında ise, annesinin hiç çivi kullanılmadan yapılmış çehiz sandığıduruyor. Annesinin dört tane çehiz sandığı ve bu şekilde çivi çakılmadan yapılmış başka eşyaları da varmış. Yani, şahsiyeti o eşyalara yansımış ve olağanüstü güzel, insana huzur veriyor.
Emire Hanım, 1926 da, bugün eski Merkez İş Bankasının bulunduğu yerin karşısına gelen çıkmazda dünyaya gelmiş. Henüz 40 günlükken annesi, lohusa hastalığından ölünce, kendisinden yaşça epey büyük ablası, ona “küçük anne” olmuş. Ablası,Emire bebeği büyütmek için o kadar sorumluluk üstlenmiş ki, etrafındaki doğum yapan kadınlara Emire bebeği emzirtmiş. Böylece Emire Hanım, farklı annelerin sütü ile büyümeyi başarmış. Bu arada, babası komşulardan birinin kızı ile evlenip, eve bir üvey anne, bir de üvey anneanne getirmiş.
Yazmadan geçmek istemiyorum; Emire Hanım’ın doğduğu eve Antep Harbinde top isabet etmiş, kendisinden önce doğan kardeşlerinden birisi ölmüş, annesi de yaralanmış. Hatta, annesinin ölümünün bu olayla ilgili olduğunu da düşünüyor. Şimdi burada bir parentez açıp, top isabet olayını yazayım. Rahmetli Sabahat Göğüş bana, babası Ahmet Muhtar Bey’in evinin de o civarda olduğunu ve Muhtar Bey, Jön Türk olduğu için Fransızların özellikle evlerine top attığını, annesinin öldüğünü, kendisinin de ağır yaralandığını, sekiz ay yattığını anlatmıştı. Sabahat Hanım’ın dediği ev, bugün İş Bankası eski Merkez Şubesinin bulunduğu blok olsa gerek. Emire Hanım’ın bahsettiği çıkmaz da Sabahat Hanım’ın evine sadece 5 metre mesafede, demek ki top atışından onların evi de çok etkilendi.
Evet, şimdi gelelim üvey anneli ve üvey anneanneli Emire Hanım’ın evine... Onlar için yaşam, bir felaket olmuş denebilir. Üvey anne, çok kötü, hastalık derecesinde cimri bir kadın... Hatta çocukları da aç bırakıyor. Bu kadar kötü muameleye karşılık, ablasının aklı erdiği için onu sürekli koruyor. Ölen annelerinin mallarından gelen üzüm, ceviz gibi yiyeceklerle üvey annenin vermediği gıdaları takviye ediyor. Emire Hanım’ın ablası, üvey anne eve geldikten sonra senelerce evin kapısından dışına adım atmamış, taaa ki evleninceye kadar... O nedenle, ablanın tek dünyası, elleriyle büyüttüğü Emire Hanım... Bu kadar eziyete, yokluğa rağmen Emire Hanım hiç ezilmemiş bir kadın. Daha doğrusu, evin dışında kendisine harika bir dünya yaratmış. Eve dönüş saati, güneşin batmasından önceki birkaç dakika...O süreyi dolduruncaya kadar, arkadaşlarının evlerinde misafirliğe gidiyor, insanlarla ahbablık ediyor, herkes onu tanıyor ve seviyor.
Derken, ilkokul çağı geliyor. Babası onu bir okula yazdırıyor. Emire Hanım, gidip sınıfa oturuyor ve bakıyor ki, öğretmen olan hanım, tıpkı üvey anneannesi gibi... Daha doğrusu ona benziyor. “O gün, akşamı zor ettim, eve döndüm ve ertesi gün okula gitmemeye karar verdim. Kendimce şöyle bir formül bulmuştum; sabahtan okula gider gibi, defterimi kalemimi, kitabımı bir torbaya koyup çıkıyordum. Okul yerine, amcamların bir sokak ötede ki evlerine gidip, nakış öğreniyordum. Hatta, onlar gezmeye gidecekleri zaman, kapıyı benim üzerime kilitleyip çıkıyorlardı, ben hızla nakışların kenarlarını, hatta bazan motifleri işliyordum. Bir, bir buçuk ay kadar ben bu işe devam ettim. Derken babam, benim durumumu sormak üzere okula gitmiş. Öğretmen ona, sadece bir gün okula devam ettiğimi söyleyince durum anlaşılmış. Babam, eve gelip bana kızdı tabii. Ama ona açık bir dille, o okula asla gitmeyeceğimi, öğretmeni hiç sevmediğimi anlattım. Beni, başka bir okula yazdırdı. Burada şansım güldü bana. Öğretmen beni tanıyordu ve annemin olmadığını, üvey annenin kötü bir kadın olduğunu biliyordu. Benim yanıma, babası ölmüş bir kız çocuğu oturttu. İlginç bir tesadüf, öğretmenin de annesi ölmüştü ve onun da bir üvey annesi vardı. Bu öğretmen, hergün, ama hergün benim ve diğer arkadaşımın başlarını okşar, bize şevkatli davranırdı. O yıllarda, evimizde sevginin eksik olduğunu, benim bütün ihtiyacımın, hatta tek ihtiyacımın sevgi olduğunu anlamıştım. Öğretmenin sevecen ve anlayışlı davranışı benim içimdeki büyük yeteneği ortaya çıkardı. Bütün derslerimde çok başarılıydım ve verilen görevleri beceri ile yerine getiriyordum.
İlkokuldan sonraki bir yıl evde oturdum. Yine kendi yarattığım dünyada arkadaşlarımla buluşuyor, evdeki sevgisizliği kendimce yok etmeye çalışıyordum. Derken, etrafta Kız Enstitüsü açılacağı haberi konuşulmaya başladı. Enstitü açılınca, babam, üvey kız kardeşimi oraya kaydettirmeyi planladı. Tam evden çıkarken, benim de nüfus cüzdanımı istedi. O sevincimi size tarif edememem. Uçar gibi gidip, nüfus cüzdanımı getirdim, babama verdim. Enstitü hayatım boyunca gereken kumaş ve diğer malzemeleri ablam bana annemin bizim kaldığımız tavanından hergün taşın ufalanması neticesi toprak akan altevdeki çehiz sandığından çıkarıp verirdi.
Şimdi düşünüyorum da, insanlar özellikle beni ne kadar istismar ettiler... Annemin çehizindeki kumaşlar kimlere yaramadı ki??? Ya, öğretmenlere veya başkalarına işlediğim onca nakışlar, emeğim...”
Emire Hanım’ın hikayesini yazmaya devam edeceğim... Varlık içinde yokluğun nasıl birşey olduğunu dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım. Ya sevgisizlik... O, çok tehlikeli birşey işte... Emire Hanım’ın ailesinin yaşadığı cinayetin kaynağı da sevgisizlik galiba...
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde