Antep’te “gazel depelemek” diye bir tabir vardır. Normal Türkçe ile söylersem “sonbaharda sararan yaprakların üzerinde gezmek” olur. Meraklıları Sonbahar girip, yapraklar sararmaya, kızarmaya başlayıp, ağaçlar tamamen çıplak kalıncaya kadar mutlaka, özellikle de Kavaklık’da gazel tepelerler.
Daha geçen gün kuzenlerimle konuşurken Teyzem, Zeliha Erdem Özçörekçi’nin bütün yeğenlerini başına toplayıp, Kavaklığa gidip, gazel tepelediğini konuşuyorduk. Rahmetli teyzem muhteşem bir kadındı, Yaşamasını bilir, hayattan keyif alırdı. Sarraf Sakıp Erdem’in kızı olduğu için de mükemmel bir mutfak eğitimi almıştı, çok güzel yemek pişirirdi. Teyzem, gazelin üzerinde mutlaka köfte yoğururdu. Gazel zamanı Kavaklığa evden yağlı köfte malzemesi getirirdi. Köfte leğençesini mutlaka gazelin üzerinde yer alacak şekilde yerleştirirdi. Köfteyi yoğurdukça leğençe gazelin üzerinde hareket eder ve “hış hış” ses çıkarırdı. Teyzem, zevkten ve keyiften dört köşe, o köfteyi elleriyle yeğenlerine yedirirdi. Teyzemin mağrifetinden mi, gazelin güzelliğinden mi, o köftenin tadına doyum olmazdı. Aklımda kalmış; yine bu mevsimde kızılcık dalları ile çarparak, yoğun el emeği ile yaptığı Besni sucuğu bembeyaz, yumuşak ve çok lezzetl olurdu. Teyzemin bir ayin yönetmek kadar titizlendiği gazel tepeleme seansını bir iki gün once de ben yaptım. Kısmet işte, ben de Yedigöller’de bir tam gün boyunca göllerin etrafında gazel tepeledim.
Yedigöller’e bir sonbahar günü gidip, yoruluncaya kadar fotoğraf makinamın deklanşörüne basmayı hayal ediyordum. Tanrı duamı kabul etti. Ve kendimi Yedigöller’in tepesinde buldum.
Önce Bolu’ya geldik. Başlangıçdaki niyetimiz, Bolu’dan bir jip kiralayıp, Yedigöller’e o şekilde gitmekti. Bu fikri uygulamanın imkansız olduğunu anlayınca İstanbul’dan kalkan günübirlik turun tam ücretini ödeyip, tura Bolu’dan katıldık. İyiki de öyle yaptık. Tintin turun sahibi Serkan Süslü, tam da benim kafadengim bir adamdı. Bizi, bütün göllerin etrafında yayan yürüttü, heryeri görmenin yanısıra müthiş de spor yaptık. Bizi fazla yormadan Derin Gölün kenarında mola verdi. Burada bizim için hazırlattığı köfte, sucuk, tavuk, domates, biber közlemesi ve mandalin yedik. Üzerine de çay içtik ve biz bu mönüyü pek sevdik.
Yedigöller, Bolu’ya 42 kilometre mesafede. Yolun tümü stabilize toprak. Normal binek araçları bu yolu kullansalar da, ben şahsen kendi arabamla o yola gitmedim. Genellikle jipler, minibüsler ve midibüsler gidiyor bu yoldan. Bayram nedeniyle aşırı kalabalıktı. Hatta, Büyük gölün üzerine pişirilen köfte ve sucukların dumanı bile çökmüştü.
Serkan Bey, bize önce ormanları tepeden gösterdi. Sonbaharın ormanlara getirdiği o renk cümbüşünü tepeden görme şansımız oldu. Yaya turumuza başlamadan, ahbabı olan köylü bir kadının tezgahının önünde durup alışveriş ettik. Tezgah çok zengindi, ama ben bazı Karadenizlilerin “İsabel” dediği üzümü almayı yeğledim. İsabel, Karadeniz bölgesinde yetişen, taneleri yusyuvarlak, rengi koyu siyah, tadı çok şekerli ve hafif kokulu benim sevdiğim bir üzüm çeşidi. Melen şaraplarının sahibi Cem Çetintaş’tan öğrendim, bu üzüm İngilizce “concorde” üzümü. Amerikada muhallebiye filan konuyor. Ben de denedim pek güzel oldu. Büyük şanssızlık, ben onu piyasada bulamıyorum, bazen tesadüf ederse alabiliyorum. Cem’in verdiği bilgiye göre böğürtlen, bataklıkta mutasyona uğradı üzüm oldu. İşte, İsabel bu geçiş döneminin ürünü… Böğürtlen değil, ama tam üzüm de değil…
Önce Yedigöller haritasının önünde durduk. Serkan Bey bize anlattı. Göller, akarsularla ve sifonlarla birbirlerine bağlı. Aynı zamanda bir Milli Park olan Yedigöller’de 15-20 tane Bungalo evler de var. Burada odun yakarak ısınıyorsunuz ve kendi yiyeceğinizi getiriyorsunuz. Milli Parklar genel müdürlüğünden rezervasyon yapılıyormuş.
Yedigöller, Batı Karedeniz Bölgesi sınırları içerisinde. Altında gezerken ağaçların tepelerini zor görüyorsunuz. Hele vadinin dibi, o kadar kesif orman ki, siz ışık geçmediği için akşam oldu sanıyorsunuz, sonra yüksek bir yere gelince görüyorsunuz ki daha güneş batmamış! Göllerin isimleri şöyle: Sazlı Göl, İnce Göl, Nazlı Göl, Kuru Göl, Derin Göl, Büyük Göl ve Serin Göl.
Tintin turizmin en büyük özelliği, sizi bu doğa cennetinde yayan olarak gezdirmesi. Göllerin etraflarında doğal yaya parkurları var, rahatlıkla yürüyorsunuz. Mevsim nedeniyle yerlere, turuncunun tonlarının, sarının envai çeşidinin ara ara da kırmızının tonlarının olduğu yapraklar serilmişti. Toprak, birkaç gün önce yağmur yağdığı için ıslaktı. Serkan Bey özellikle kozalaklara basmamamızı, aksi halde kayacağımızı söyledi. Bizi,gölden göle, yoldan değilde Milli Parklar tarafından yapılan doğal patikalardan yürüttü. Ayrıca, her gölün etrafında da yürüdük, köprülerden geçtik. Bazan da kendisi suya kütük atıp, doğal köprü yaptı, onların üzerinden geçtik. Bazı yerler, çok dikti, oralarda yardımcı oldu. Bazı yerler ise bataklığın çok yakınından geçiyordu, korkmadık ama, kaysak pek hoşumuza gitmezdi herhalde. Haaa bir de unutmadan söyliyeyim, geziye katılanların yaş ortalaması 30 idi, sadece eşimle ikimiz 60 yaş gurubu içindeydik. O nedenle Serkan Bey’den sık sık “bravo, aferin” aldık. Hergün yürümemim faydasını gördüm, bütün gün yürüdüğüm halde yorulmadım, üstelik akşamına da bu yazıyı yazdım.
Yedigöller’i gördükten sonra bazı insanların neden ormana tutulduklarını anladım. Gerçekten, ağaçlar, oksijen, yeşilin, sarının, kırmızının, kahverenginin tonları, otlar, su, şelaleler insandan bağımlılık yapıyor. Bir defa, ağaçlar konuşuyor… Üzerine bastığınız, yaprak dolu zemin, son derece esnek… Üzerinde yürürken adeta dans ediyorsunuz… Ormanda olduğunuz tüm zaman içerisinde yer aldığınız doğallık size mest ediyor.
Orman bu, içerisinde çok ilginç doğa olayları var. Pisagor ağacı örneğin… İki ağacın bir üçgenle birleşmeleri ve bir müddet tek vücut olduktan sonra yediden ikiye ayrılmaları…
Yürürken bol miktarda bol miktarda kabalak otu gördük. Karadeniz’de çeşitli yemekler yapılıyor kabalaktan.
Yedigöller Milli Park olduğu için, içerisinde piknik yapmak için gayet güzel bir düzen de mevcut. Üzeri kapalı bir mangal bölgesindeki çok sayıdaki mangalda bir anda altı kişi filan ızgara yapabiliyor. Oturacak sıralar ve çeşme de var. Yalnız, çeşmenin üzerinde “deterjan kullanmayın” yazdığı halde, maalese kocaman bir deterjan şişesi duruyordu.
Hani, “gez dünyayı, gör Konya’yı” deyişi var ya, onu, “gez dünyayı, gör Yedigölleri” olarak değiştirmek lazım….
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde