1988 yılında Armen Aroyan, tanışmak, Antep’i yakından tanımak ve diyalog başlatmak üzere bir arkadaşı ile Gaziantep’e geldi. Bana, sadece üç gün kalacağını yazdığı için, ona göre bir proğram yapmıştım. Bir gün Rotary Kulüp’de konuştu.-O tarihte sadece bir kulüp vardı ve ona da sadece erkekler üye idi.- Bir başka gün Kavaklığa götürdük. Bir günde şehri gezdik, özellikle Kiliseler hakkında çok bilgi vermişti, hatırlıyorum. Dördüncü gün oldu. Ben, ayrılacak, gidecek diye beklerken, “ben gitmek istemiyorum, birkaç gün daha kalacağım. Beni Cibin’e götürmenizi rica ediyorum” dedi. Allah Allah, Cibin neresiydi?
Hayatımda ilk defa duyuyordum bu ismi. Kadir Maz, o tarihlerde Seç Otobüslerinde çalışıyordu. Armen Aroyan’ı ağırlamamda da çok katkısı olmuştu. Ona telefon edip, Cibin’in neresi olduğunu sordum. “Yanıma gelin, bir Cibinli çağırayım size anlatsın” dedi. Cibin’e gideceğimiz şoförü de yanımıza alıp, hep birlikte Otogar’a Kadir Maz’ın yanına gittik. Şimdi ismini hatırlamadığım bir beyi çağırdı. Cibinli olan o bey, şoförümüze oraya nasıl gidileceğini anlattı. Ertesi gün erken vakitte düştük yola...
Cibin’in ismi, Saylakkaya olarak değişmiş, önce onu öğrendik. Birecik köprüsünü geçtikten sonra gidilen, Halfeti’ye bağlı bir köy Cibin. Fotoğraflarda göreceksiniz, çok bozkır bir görünümü var. Köyün orta yerinde çok sayıda kayadan oyulmuş sarnıç var. Bugün sarnıçlar, emniyet gerekçesi nedeniyle taşla doldurulmuş. Ben 1988’de gittiğimde o sarnıçlarda halen su vardı...
Otogardaki Cibinli’nin tavsiyesi üzerine Kel Müslüm’ün evine misafir olduk. Allah rahmet etsin, Müslüm Bey, çok misafirperver bir insandı. Bizi, en iyi şekilde ağırladı. Bu arada köyde “Arogilin oğlu gelmiş” diye duyan herkes Müslüm Bey’in evine doldu. Kimisi Armen’e dokundu, kimisi isim verip, tanıyıp tanımadığını sordu. Cibinlilerin Müslüm Bey’in evine doluşup, Armen’e aşırı ilgi göstermelerinin hikayesi şu idi:
Armen’in ismini aldığı dedesi, Armenag Aroyan 1878’de Cibin’de doğup büyümüştü. Çok sayıda ağaçtan oluşan bir fıstıklıkları vardı, hali vakti yerinde insanlardı yani. Hovannese Aroyan pek ileri görüşlü birisi olduğu için, oğlu Armenağ’ı yürüme mesafesi birkaç gün olan Merkezi Türkiye Koleji’ne Antep’e göndermişti. Armenag, Merkezi Türkiye Kolejine giden ilk Cibinli olmanın yanısıra, başarı ile Koleji bitirmiş, öğretmen olmuş, köyüne geri dönmüş ve öğretmenlik yapmıştı. Tarih bu sırada 1898’zi gösteriyordu. Daha sonraki yıllarda, Armenag çalışmak üzere Mısır’a gidecek, orada Antepli Gülenla ile tanışıp evlenecekti. Bir çocukları olunca, bebeği anne ve babasına göstermek için Armenag tekrar yollara düşecek ve Cibin’e gelecekti. Ancak, burada büyük bir talihsizlik eseri tifüse yakalanacak ve Dr. Shepard’ın tavsiyesi üzerine ailesi ile geri Mısır’a dönmeyecek, Antep’te kalıp, ölümünü bekleyecekti.
Bütün bunlar 1915’den önce olmuştu. 1915’te tehcir kararı çıkınca Cibindeki Ermeni ailelerin büyük kısmı, kızlarını bilemedikleri, tehlikelerle dolu çöl yollarına götürmek istemediler. Müslüman komşularıyla araları gayet iyiydi. Tahminen 30 kadar Ermeni kız çocuğu bu şekilde geride kaldı. Müslüman aileler tarafından büyütüldüler ve o ailelerin erkek çocukları ile de evlendirildiler. Böylece, çoğu Cibinlinin annesi Ermeni olmuş oldu. Tabii, bu kızların hepsi Müslüman oldular ve Türkçe isimler aldılar... Cibin’de Ermeni bir anneye sahip olmak, utanılacak bir şey olmadığı gibi, suçlanacak veya dedikodu konusu olacak bir olay da değil. Üstelik melezlik pek de yakışmış! Cibinli deyince benim aklıma sarışın yeşil veya mavi gözlü güzel bir kadın veya erkek geliyor. Armen’in babası, Albert Aroyan’ı –bebekken Cibn’i ziyaret etmişti- Amerika’da görme şansım olmuştu ve baba Aroyan, gözleri, bakışları ve sarışınlığığla tipik bir Cibinliydi.
Evet, Armen Aroyan’ın Cibin’le bağı işte buradan geliyordu. Cibinlilerin deyişiyle “Arogil’in oğlu” neredeyse yüz sene sonra onları ziyarete gelmişti, çok önemsiyorlardı. Müslüm Bey, bizi Arogil’in fıstıklığına götürdü önce... Armen pek heyecanlandı: “yahu burası tıpkı ailemin bana anlattığı gibi... Kırmızı ve verimli toprak. Üzerine otursanız, sonra üzerinizi silkeleseniz, toprak katiyen yapışmıyor. Hava güzel, gökyüzü masmavi, insanlar güzel... Ne şanslı insanım ben, Allah, burayı görmeyi kısmet etti bana...” dedi.
1988 senesinin Haziran ayında Cibinde ki diğer bir durağımız nüfus cüzdanına ismi “Hanım” olarak kaydedilen Satenik Kırkıryan’dı. Satenik o zaman, 88 yaşında, kınalı saçlı, son derece konuşkan, muhteşem bir hafızaya sahip çok şeker bir kadındı. Etrafındakiler Satenik’e “Arogil’in oğlu gelmiş, seni görmek istedi” dediler. Konuşmaya başlarken Armen’i yanına otutturdu. Onun kolunu tutarak, “kele, senin deden benim öğretmenimdi. Bana neler neler öğretti” dedi. Ve, öğrendiği “Rab çobanımdır” cümlesi ile başlayan İncil’den bir parçayı okumaya başladı. Armen bu sırada gözyaşlarına boğulmuş, kendisini kontrol etmeden özgürce ağlıyordu. Bir süre konuşmaya devam ettiler. Derken, Nuri Güngören’i getirdiler odaya. Nuri Bey, Annesi Ermeni olan bir başka Cibinliydi. Gözleri doğuştan kördü. Ermeni dayısının yardımıyla Beyrut’ta ve Halep’te körler okuluna gitmişti. Öğrendiği ama hiç konuşmadığı Ermeniceyi Armen’in köye gelişiyle yeniden hatırladı. Başladı Ermenice konuşmaya, eski şarkılar söylemeye... Armen’in kendinden geçip, “bir tane daha söyle, biraz daha konuş” diye Nuri Göngören’e rica ettiğini hatırlıyorum. Ben ise, hiç de farkında olmadığım bir kültürle, olaylarla karşılaşmış olmaktan son derece şaşkın, meraklı bakışlarla etrafı süzüp, mümkün mertebe olayları hafızama kaydetmeye çalışıyordum.
2012 senesinin Eylül ayında tekrar Cibin’e gittik. Benim, Cibinli olarak tanıdığım insanların hepsi ölmüştü. Zaten çocukları ve torunlarıyla haberleştiğim için öldüklerini biliyordum... Arogil’in fıstıklığına yine gittik, bu sefer oranın sahiplerinden birisi, Yakup Çetinkaya götürdü bizi oraya. Giderken mezarlığın yakınından geçtik. Orada yatan ne çok insanı tanıyordum ben... Hüzünlendim tabii... Ama, hayat böyle değil miydi? Satenik gözümün önüne geldi. Acaba, torunları, torunlarının çocukları kendisi gibi güzel ve zekimiydi?
Yakup bize, babasının kendisine söylediği bir cümleyi nakletti: “şu ağaç var ya, işte onu Arogil’in babası eliyle dikmiş. Ben çocukken çok büyük bir ağaçtı bu. Zamanla yaşlandı, dallarını rüzgar kırdı ve sadece bu gördüğünüz gövdesi kaldı. Hatıra diye, kesmek istemiyoruz ağacı...”
Cibinliler’in kızlarının hemen hepsinin okuduğunu, köyün son derece temiz olduğunu, su, kıt olmasına rağmen, misafir olduğum evlerin de çok temiz olduğunu, Cibin’in ziyaret ettiğim diğer köylerden farklı olduğunu da bir başka sefere yazayım.
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde
Cibin’in ismi, Saylakkaya olarak değişmiş, önce onu öğrendik. Birecik köprüsünü geçtikten sonra gidilen, Halfeti’ye bağlı bir köy Cibin. Fotoğraflarda göreceksiniz, çok bozkır bir görünümü var. Köyün orta yerinde çok sayıda kayadan oyulmuş sarnıç var. Bugün sarnıçlar, emniyet gerekçesi nedeniyle taşla doldurulmuş. Ben 1988’de gittiğimde o sarnıçlarda halen su vardı...
Otogardaki Cibinli’nin tavsiyesi üzerine Kel Müslüm’ün evine misafir olduk. Allah rahmet etsin, Müslüm Bey, çok misafirperver bir insandı. Bizi, en iyi şekilde ağırladı. Bu arada köyde “Arogilin oğlu gelmiş” diye duyan herkes Müslüm Bey’in evine doldu. Kimisi Armen’e dokundu, kimisi isim verip, tanıyıp tanımadığını sordu. Cibinlilerin Müslüm Bey’in evine doluşup, Armen’e aşırı ilgi göstermelerinin hikayesi şu idi:
Armen’in ismini aldığı dedesi, Armenag Aroyan 1878’de Cibin’de doğup büyümüştü. Çok sayıda ağaçtan oluşan bir fıstıklıkları vardı, hali vakti yerinde insanlardı yani. Hovannese Aroyan pek ileri görüşlü birisi olduğu için, oğlu Armenağ’ı yürüme mesafesi birkaç gün olan Merkezi Türkiye Koleji’ne Antep’e göndermişti. Armenag, Merkezi Türkiye Kolejine giden ilk Cibinli olmanın yanısıra, başarı ile Koleji bitirmiş, öğretmen olmuş, köyüne geri dönmüş ve öğretmenlik yapmıştı. Tarih bu sırada 1898’zi gösteriyordu. Daha sonraki yıllarda, Armenag çalışmak üzere Mısır’a gidecek, orada Antepli Gülenla ile tanışıp evlenecekti. Bir çocukları olunca, bebeği anne ve babasına göstermek için Armenag tekrar yollara düşecek ve Cibin’e gelecekti. Ancak, burada büyük bir talihsizlik eseri tifüse yakalanacak ve Dr. Shepard’ın tavsiyesi üzerine ailesi ile geri Mısır’a dönmeyecek, Antep’te kalıp, ölümünü bekleyecekti.
Bütün bunlar 1915’den önce olmuştu. 1915’te tehcir kararı çıkınca Cibindeki Ermeni ailelerin büyük kısmı, kızlarını bilemedikleri, tehlikelerle dolu çöl yollarına götürmek istemediler. Müslüman komşularıyla araları gayet iyiydi. Tahminen 30 kadar Ermeni kız çocuğu bu şekilde geride kaldı. Müslüman aileler tarafından büyütüldüler ve o ailelerin erkek çocukları ile de evlendirildiler. Böylece, çoğu Cibinlinin annesi Ermeni olmuş oldu. Tabii, bu kızların hepsi Müslüman oldular ve Türkçe isimler aldılar... Cibin’de Ermeni bir anneye sahip olmak, utanılacak bir şey olmadığı gibi, suçlanacak veya dedikodu konusu olacak bir olay da değil. Üstelik melezlik pek de yakışmış! Cibinli deyince benim aklıma sarışın yeşil veya mavi gözlü güzel bir kadın veya erkek geliyor. Armen’in babası, Albert Aroyan’ı –bebekken Cibn’i ziyaret etmişti- Amerika’da görme şansım olmuştu ve baba Aroyan, gözleri, bakışları ve sarışınlığığla tipik bir Cibinliydi.
Evet, Armen Aroyan’ın Cibin’le bağı işte buradan geliyordu. Cibinlilerin deyişiyle “Arogil’in oğlu” neredeyse yüz sene sonra onları ziyarete gelmişti, çok önemsiyorlardı. Müslüm Bey, bizi Arogil’in fıstıklığına götürdü önce... Armen pek heyecanlandı: “yahu burası tıpkı ailemin bana anlattığı gibi... Kırmızı ve verimli toprak. Üzerine otursanız, sonra üzerinizi silkeleseniz, toprak katiyen yapışmıyor. Hava güzel, gökyüzü masmavi, insanlar güzel... Ne şanslı insanım ben, Allah, burayı görmeyi kısmet etti bana...” dedi.
1988 senesinin Haziran ayında Cibinde ki diğer bir durağımız nüfus cüzdanına ismi “Hanım” olarak kaydedilen Satenik Kırkıryan’dı. Satenik o zaman, 88 yaşında, kınalı saçlı, son derece konuşkan, muhteşem bir hafızaya sahip çok şeker bir kadındı. Etrafındakiler Satenik’e “Arogil’in oğlu gelmiş, seni görmek istedi” dediler. Konuşmaya başlarken Armen’i yanına otutturdu. Onun kolunu tutarak, “kele, senin deden benim öğretmenimdi. Bana neler neler öğretti” dedi. Ve, öğrendiği “Rab çobanımdır” cümlesi ile başlayan İncil’den bir parçayı okumaya başladı. Armen bu sırada gözyaşlarına boğulmuş, kendisini kontrol etmeden özgürce ağlıyordu. Bir süre konuşmaya devam ettiler. Derken, Nuri Güngören’i getirdiler odaya. Nuri Bey, Annesi Ermeni olan bir başka Cibinliydi. Gözleri doğuştan kördü. Ermeni dayısının yardımıyla Beyrut’ta ve Halep’te körler okuluna gitmişti. Öğrendiği ama hiç konuşmadığı Ermeniceyi Armen’in köye gelişiyle yeniden hatırladı. Başladı Ermenice konuşmaya, eski şarkılar söylemeye... Armen’in kendinden geçip, “bir tane daha söyle, biraz daha konuş” diye Nuri Göngören’e rica ettiğini hatırlıyorum. Ben ise, hiç de farkında olmadığım bir kültürle, olaylarla karşılaşmış olmaktan son derece şaşkın, meraklı bakışlarla etrafı süzüp, mümkün mertebe olayları hafızama kaydetmeye çalışıyordum.
2012 senesinin Eylül ayında tekrar Cibin’e gittik. Benim, Cibinli olarak tanıdığım insanların hepsi ölmüştü. Zaten çocukları ve torunlarıyla haberleştiğim için öldüklerini biliyordum... Arogil’in fıstıklığına yine gittik, bu sefer oranın sahiplerinden birisi, Yakup Çetinkaya götürdü bizi oraya. Giderken mezarlığın yakınından geçtik. Orada yatan ne çok insanı tanıyordum ben... Hüzünlendim tabii... Ama, hayat böyle değil miydi? Satenik gözümün önüne geldi. Acaba, torunları, torunlarının çocukları kendisi gibi güzel ve zekimiydi?
Yakup bize, babasının kendisine söylediği bir cümleyi nakletti: “şu ağaç var ya, işte onu Arogil’in babası eliyle dikmiş. Ben çocukken çok büyük bir ağaçtı bu. Zamanla yaşlandı, dallarını rüzgar kırdı ve sadece bu gördüğünüz gövdesi kaldı. Hatıra diye, kesmek istemiyoruz ağacı...”
Cibinliler’in kızlarının hemen hepsinin okuduğunu, köyün son derece temiz olduğunu, su, kıt olmasına rağmen, misafir olduğum evlerin de çok temiz olduğunu, Cibin’in ziyaret ettiğim diğer köylerden farklı olduğunu da bir başka sefere yazayım.