Arsuz’da şu günlerde Füsun Sayek Festivalinin altıncısı gerçekleşiyor.
Arsuz
sıcak, akşamları da özellikle köyün iç kısmında pek serin değil. Ama
festivalin yapıldığı İskender Sayek evi, tepeye konan vantilatörlerle
müthiş bir rüzgar yelpazesi yaratılarak soğutuluyor. Hele denk gelirse, o
hoş rüzgarın içinde, portakal ağaçlarının arasından mehtaba göz kırpmak
pek keyifli oluyor.
Arsuzlu Prof. Dr. İskender Sayek’in evi, tipik Doğu
Akdeniz mimarisi özelliklerini taşıyor. Ortada ki avlunun etrafında
odalar ve ikinci kat var... Tabii, evde kiler görevini gören havadar bir
ambar da bulunuyor. Ortada bulunan avlunun Hatay’daki ismi de “havuş
veya hayat”.
Festival nedeni ile avlunun etrafındaki tüm odalarda
çeşitli sergiler var. Yukarı odalarda Eczacıbaşı Koleksiyonundan bir
bölüm ile çeşitli ressamların tabloları sergileniyor. Altdaki odalaran
birisi mutfak, burada İskender Bey’in annesinin pişirdiği yemeklerin bir
kısmının özelliklerini anlatan, İskender Bey’in kızı Aylin Sayek
tarafından hazırlanmış harika bir grafik sergisi bulunuyor.
Antuanet
Sayek tarafından pişirilen ilginç yemekler var. Onlardan birisi bana
Antep mutfağını hatırlatıyor. Laban Ummo denilen bu yemeğin manası:
“Annesinin sütü” demekmiş Arapça. Yemeğin özeti: kuzu inciğinin iyice
pişirildikten sonra yine pişirilmiş yoğurtla buluşmasından oluşuyor.
Bayan Sayek bu yemeğin üzerine yağda çevrilmiş soğan, kişniş ve sarımsak
koyarmış. Yanında da nohutlu pirinç pilav servis edermiş. Antep’te ise
pişirilmiş parça etle buluşturulan yine pişirilmiş yoğurt yemeğinin
ismi: Orman... Ummo kelimesinin Antep dilinde “orman” olmasına hiç
şaşmamak gerek... Orman yemeğinin üzerine ısıtılmış yağla hasbir
konulur. Yanında da sade pirinç veya bulgur pilavı servis edilir.
Festivalin
ilk açılış gününde Bahar Tanbay vardı. Bahar Hanım, Antakyalı
Gaziantep’te görev yapıyor. Daha doğrusu gurubundaki tüm müzisyen
arkadaşları Gaziantep’te çalışıyorlar. Bahar Tanbay ‘ın solist olarak
liderliğini yaptığı gurubu, Yusuf Tanbay (Yan Flüt), Bülent Keklik
(Ud/Buzuki), Numan Ökten (Piyano), Hakan Parlakgümüş (Gitar), Melih
Batoğlu (Akordeyon)’dan oluşuyor.
Bahar Tanbay, tam da ismi gibi
adeta bahar getiriyor sahneye... Pek beğendiğim, gür sesinin tonu pek
güzel... Türk müziğinden, Türk pop müziğinden eserler seslendirdiler.
Aralarında bildiğim şarkılar olunca eşlik de ettim ve çok keyif aldım.
Seçtiği hareketli şarkılarla İskender Sayek evinin avlusunda onu
dinleyenleri gerçek anlamda eğlendirdi. Bahar Hanım’dan “Bir dalda iki
kiraz/biri al, biri beyaz” türküsünün Antakya’ya ait olduğunu öğrendik.
Festivalin
ikinci gününde Josef Nasef ve Dr. Adem Kara tarafından gerçekleştirilen
18. ve 19.yüzyılda “Hatay’da Yaşam” konulu tarih sohbeti vardı. Josef
Bey, Antakya tarihini iyi bilen ve anlatan bir arkeologdur. Geçen
senelerde kendisiyle röportaj yapıp yayınlamıştım. Konuşmasını sevdiği,
dinletmesini bildiği ve bu işten de pek keyif aldığı için onun ismini
proğramda görünce heyecanlanmıştım. Sohbetin girişini Josef Bey yaptı,
ama Adem Kara onun sıcacık yaptığı girizgahı aynı canlılıkla
sürdüremedi! Bir konuşma metni hazırlamıştı ve kağıttan okudu. Tek düze
ses tonu, konu hakkında ilginç şeyler söylemesine rağmen maalesef beni
uyuttu! İtiraf etmeliyim ki, herşeye bulaşan, her türlü konuya enterese
olan ben, o aynı tonda ki sese ilgi duymadım ve zaman zaman uyukladım,
not almak için elimde tuttuğum defterimin ve kalemimim yere düşmesine
mani olamadım!
Dr. Adem Kara, bize Antakya’da 18. ve 19. Yüzyılda yaşayan insanların giysilerini gösteren şahane bir sılayt show da izletti.
Festivalin
üçüncü gününde Okan Murat Öztürk’ün verdiği bağlama resitali vardı.
Bağlama sanatçısı Öztürk, müthiş çalıyor bağlamayı. Uzun senelerden beri
Halk Müziğimizi bu denli mükemmel yansıtan bir konser izlememiştim
herhalde.
Okan Murat Öztürk’ün seslendirdiği türküler arasında:
Denizli’den “evlerinin önü mersin”; İzmir’den “bir ateş ver sigaramı
yakayım”; Antalya’dan “çekemedim akça kızın göçünü”; yine İzmir’den
“Çakırcalı Ahmet Efe” türküleri vardı. Bağlamasıyla kaşık havasını da
seslendiren Öztürk, Kütahya’dan Hisarlı Ahmet”in “Elif dedim” ile
Karahisar kalesi isimli türküyü de çaldı. Ege dolaylarından yine bir
eşkiya türküsü olan “Gelizler başından atlayamadım” da pek güzeldi.
“Atım
araptır benim/yüküm şaraptır benim” türküsünün Ankara yöresinden
olduğunu bilmiyordum. Okan Murat Öztürk’ün çalıp seslendirdiği “gül
kuruttum” isimli Antakya türküsü de pek ilginçti. Bu türkünün iki boyutu
varmış; makam ve usûl. 500 yıldır bilinen makam için bu Antakya türküsü
nadir bir örnekmiş.
Sanatçı bize, Kırşehirli Abdallardan; Hacı
Taşan’dan zarif halay türkü örnekleri de verdi, kulağımızı, beynizimi
güzel müziğe doyurdu.
Resitalin sonunda, ismine festival düzenlenen
Füsun Sayek’in kızı Selin Sayek Böke sahneye çıkıp, annesinin çok
sevdiği “Sarı gelin” tüküsünü de seslendirmesini istedi Murat
Öztürk’den... Dr. Füsun Sayek, mutlaka portakal ağaçlarının üzerinden
bizi izliyordu. Bu sihirli havaya Öztürk’ün müthiş yorumu da eklenince
kimisi gözlerinin yaşarmasına engel olamadı, kiminin de benim gibi
tüyleri diken diken oldu.
Füsun Sayek festivalini yazmaya devam edeceğim. |
|
|
Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html adresinde